Wilusa İlios Truva
Wilusa ne demek? Vilusa adı nereden geliyor?
Hititlerin döneminde Wilusa okunuşu Vilusa, Homeros’un metinlerinde ise İlios olarak anılan, bizim ise Truva olarak bildiğimiz antik kent dünyada tanınmışlık oranı olarak bir çok yere göre çok daha fazladır. O nedenle Truva tarihi insaların ilgisini çekmektedir.
Denizleri çok rüzgarlı olduğundan ve önemli bir deniz ticaret yolu üzerinde olması nedeni ile Truva antik kentinin limanı sığınak sağlamıştır. Dolayısı Truva (Wilusa) rüzgar doğal kaynak olmuştur. Günümüzde bu bölge yenilenebilir enerji üretimi için önemli bir kaynak olmuştur.
Truva Tarihi
Dünyaca bilinen öyküsünün arkeolojiye iç içe olduğu , zaman zaman arkeolojinin efsanesine dayandırıldığı, ve bazen de efsanesinin arkeoloji ile kanıtlandığı bu şehir başka şehirlere nasip olmayan 3400 yıl gibi uzunca bir yaşama sahiptir. Elbetteki bu kadar uzun ömrü içinde bir çok öykülere sahne olacak , günümüzde de unutulmadan yerini ve ününü sürdürecektir. Truva tarihi, Anadolu uygarlıklarının gelişmesinde; özellikle Batı Anadolunun gelişmesinde , çok önemli bir yere sahiptir. Bu şehir, hem tarih öncesi hem de tarih çağlarda Ege Denizi’nden Marmara Denizi’ne ve dolayısıyla Karadeniz’e geçişte kilit rölü oynamıştır. Truva şehri, Çanakkale’nin 30 km. Güneyinde ,Erenköy ilçesinin 10 km. Güney batısında, Kazdağı’nın eteğinde, Skomondros(K.Menderes)ile Simoeis (Dümreli) çaylarının sınırladıkları ve bir yanı Ege denizine, bir yanı boğaza bakan üçgen biçimli, ova egemen yüksekçe bir yerde kurulmuştur.
Heinrich Schliemann Kazıları
Truva şehrini incelediğimizde akla ilk gelen kişi Heinrich Schliemann dır.
Schlieman, gençliğinde okuduğu Ilyada dan çok etkilenir ve bir gün burada söz edilen Truva şehrini ve Priamos hazinelerini bulacağına dair kendisine söz verir.
Schliemann , özellikle Antik Yunan kültür ve tarihi üzerine derin merakı vardır. Bütün avrupa dillerini bilmesiyle birlikte Rusça ve Arapça öğrenir. Bu üstün zeka ve yeteneği sayesinde, banka memuru olarak başladığı kariyerine, Rusya da St. Petesburg‘da Bank Emperiyal’in başına getiriliyor.Bütün bu kariyerine rağmen, 46 yaşında çocukluğundan beri içinde bulunan arkeoloji tutkusunu yaşıya bilmek için her şeyi bırakıp 1868 yılında Istanbul‘a ve oradan efsanevi Priamos hazinesini bulacağı umuduyla Truva şehrinin bulunduğu Hisarlık‘a gelir. Böylece, onun sayesinde Truva tarihi ve kazıları serüveninin ilk adımları atılmış olur.
Araştırlar sonunda, 15 haziran 1873‘te Heinrich Schlieman çok değerli mücevherler bulur. Bunları Avrupa müzelerine satmaya çalışır, ancak Turkiye hükümetiyle sorun yaşamak istemedikleri için kimse almaya yanaşmamıştır. Sonunda Alman Kralı I. Wilhelm bu hazineyi kabul edip Berlin müzesine yerleştirir. 1945‘te savaşta alabilecekleri zararlardan korumak için, mücevherler hayvanat bahçesinde saklanır ve orada kaybolurlar.1993‘te Moskova da Pushkin müzesinin depolarında bulundukları anlaşılmakta.
1893 Truva şehir kazılarına Wilhem Dorpfeld devir alır. Ancak ilk bilimsel kazılara 1932 yılından itibaren Sincinaty Üniversitesi Profesörlerinden Carl Blegen yönetiminde başlatılıyor. 1988 yılından beri yeni kazılar devam etmektedir.
Truva tarihinde MÖ 3000 ‘den MS 4000 ‘e kadar dokuz farklı katman ve kültür barınmıştır. Denilmiş olsada Truva 10 bulunmuştur, ancak bu yeni katman tüm sıralamayı bozacağından ve tüm kitapların yeniden yazılması gereği yaratacağından bir olarak değilde 0 (Sıfır) olarak adlandırılmıştır. Bunların toplam derinliği 30 m. dir.
Troya 0 yani Truva 10, 5 bin 500 yıl öncesine kadar uzanıyor
Buraya yerleşim tarihinin günümüzden 5 bin 500 yıl öncesine dayandığını göstermekte. Truva-0 bu kadar eski bir döneme ışık tutmakta. Troya-0 katmanında kalıntı olarak da yanık izleri, çanak çömlekler ve ahşap hatıl izleri tespit edilmiştir. Bunlar Truva’nın kuruluş tarihi açısından çok önem taşımakta.
Arkeolojik kazılar, bizim bugün Truva I. diye bildiğimiz şehrin MÖ 3000 yıllarında kurulduğunu ve bu kentin çağın en uygar kentlerinden biri oldunu kanıtlar. Anadolu’nun diğer kentleri mağara devri yaşarken bu kentte tunç çağına erişilmiştir. Ne yazıkki I. Truva kuruluşundan 500 sene sonra bir zelzele ile yıkılmıştır. Bu felakete göğüz geren Truvalılar ikinci kez aynı yerde şehirlerini daha büyük olarak kurarlar.
MÖ 2500 yıllarında kurulan II. Truva insanları Mezopotamya ve Mısırla ticaret yapacak kadar gelişmiş ve zenginleşmiştir. Kültürlerini ticaret yoluyla yayarlar. Başka şehirlerle temasta olduklarını Truva’ya has çift kulplu kapların Anadolu içlerinde de bulunmasından anlaşılmaktadır.
II. Truva’nın zenginliği başka kavimlerin gözünü kamaştırmış olacak ki MÖ 2300 yıllarında yakılıp yıkılmış, harap olmuştur.
Bu şehrin yerine Truvalılar, III. IV. V. Truvayı kurarlar. Her kent bir öncekinden daha büyük olacaktır. Yıkıldıkça kurulan Truva tam 9 kere kurulmuştur. MÖ 1900’de istilalardan bıkmış olan Truvalılar daha kalın ve sağlam surları olan yeni bir şehir kurarlar. VI. Truva adını taşıyan bu şehirde bir zelzele ile yıkılınca yine şehirlerinden ayrılmazlar ve sağlam kalan binalarını onararak yeniden yaşantılarını sürdürürler. Bu bu şehrin de ömrü az olmuştur çünkü bir harp sırasında harap olmuştur. Savaş Akhalar ve Truva halkı arasında ticaret, egemenlik kaygıları ve iktisadi nedenlere dayanarak Truvanın alınması ve boğazların ele geçmesi nedeniyle olmuştur. Sebepleri ne olursa olsun, arkeolojik bulgular sonucu bu katlarda ortaya çıkarılan ok ve mızrak uçları , MÖ 12. yy’da bir savaşın olduğunu bize kanıtlar.
İLYADA DESTANI – Homeros / Homer
Dünyanın hiçbir yeri için Çanakkale’nin bu küçük bir köşesini kaplayan Truva’ya yazılanlar kadar çok yazılmış değildir. Özellikle M.Ö. 8.yy’da yaşamış olan Yunanlı yazar HOMEROS‘un eseri “ILYADA” destanında anlatılan öyküde, 10 yıl süren Truva savaşının, Truva Kralı Priamos’un oğullarından Paris tarafından kaçırılan Sparta Kralı Meneleos’un güzeller güzeli karısı Helena’yı geri almak üzere Akhalar tarafından başlatıldığı anlatılır. Izmirli ozanımız o güne kadar kulaktan kulağa aktarılan bu öyküyü toplayarak günümüze kadar gelmesini sağlamıştır.
Truva kralı Priamos ile karısı Hekabe geniş saraylarında mutlu bir hayat sürmektedirler. Ama bu aydınlık günlerin ardından onları karanlık günler beklemektedır.
Hekabe yeni çocuğuna hamiledir. Bir gece rüyasında karnından çıkan alevler ,surları yakmakta ,surlardan atlayan alevler şehri yakmaktadır. Gördüğü bu korkunç rüyayı kocasına anlatır. Nihayet rüyayı kahinlere yorumlatmaya karar verirler.
Kahinler, rüyada kraliçenin karnından çıkan alevlerin, doğacak çocukla ilgili olduğunu, onun manası, bu çocuğun günün birinde bu şehrin yok olmasına neden olacağıdır…. Bitmek bilmeyen günlerin arkasından nihayet taze bir bebek sesi Truva’nin sessiz gecesini bozar. Dünyaya gelen bu erkek çocuğuna Paris adı konar. Zor bir karar süresinden sonra çaresiz anne baba, Truva’nın kurtulması için bebeklerini feda etmeyi göze alırlar. Kral Priamos uşağını çağırıp:
Git, var Ida Dagı’nın kuytu bir tepesinde bu çocuğu yok et, der.
Ama uşak bu ağır yük altında Ida Dağı’na ulaşır ve bebeği öldüremeyeceğini fark edip, çocuğu sakin bir yere bir hayvanın kovuğunda bırakır. Döndüğünde çocuğun öldüğünü bildirir.
Fakat çocuk ölmemiştir. Uşağın bebeği bıraktığı yer bir ayı ininin ağızıdır. Anne ayı yavrularından artan sütle çocuğu besler. Bu bir süre böyle gider. Bir gün Ida Dağı’nda çobanlık yapan Agelaos çocuğu bularak evine götürür. Sürülere sahip olabilecek bir yaşa geldiğinde önüne bir sürü katarak gütmesini ister. Paris gün geçtikçe serpilip güzelliği ve yakışıklılığı, diğer çobanlar arasında dikkati çekecek dereceye varır. Sürülerini de çok iyi güttüğünden ona koruyucu manasına gelen Aleksandros adı takılır. Paris bir gün Ida Dağı’nın Nymphalarından Oinone ile tanışır ve aşık olur.
Paris Ida Dagı’nda mutlu yaşamını sürdürürken Olimpos da bütün tanrılar toplanmış Şölen yapmaktadır. Bu şölen Peleus’la Thetis’in evlenme törenidir. Şölen ilerlerken kavga/anlaşmazlık tanrıçası Eris şölene davet edilmediği için son derece içerlenmiş ve planlar kurmaya başalamıştır. Nihayet aklına bir altın elmanın üzerine “en güzele” yazıp şölen masasının ortasına atmak gelir. Bu altın elmaya bütün tanrı ve tanrıçalar merakla bakarken
Zeus’un karısı Hera; En güzeliniz benim, onun için bu altın elma benimdir, der.
Afrodit itiraz eder, hayır benden güzel kimse olamaz. Bu sözlere başka bir ses karışır.
Akil ve zeka tanrıçası Athena. O elmayı bana verin, ona layık olan benim. akil ve zeka tanrıçası Athena
Böylece kavga sürüp gider. Nihayet Zeus’tan hakemlik yapmasını isterler. Baş tanrı Zeus zor durumda kaldığını anlayınca;
-Tanrıçalar ben hepinizi de güzel buluyorum, onun için Ida Dağı’nda çoban olan Ölümlü Paris’i hakem tayin ediyorum der. Haber tanrısı Hekabe, üç tanrıça yı alıp Paris ‘e gider ve güzeller arasında seçim yapmasını söyler.
Genç hakimi tereddüt içinde gören tanrıçalar, kendilerini en güzel olarak seçmesi için Paris’e vaatlerde bulunurlar. Hera, Asya krallığını vaat eder, Athena akıl ve başarıyı teklif eder, Afrodit ise dünyanın en güzel kadınını kendisine vereceğini söyler. Paris, gençliğinin verdiği hayranlıkla altın elmayı Afrodit’e uzatır. Bütün tanrılar da altın elmaya sahip olan Afrodit’i en güzel tanrıça kabul ederler. Paris bu olan bitenin etkisinde sürekli sorar: Bu en güzel kadın kimdir?
Dünyanın en güzel kadını Sparta kralı Menelaos’un karısı ,Zeus’un kızı Helena ‘ dır . Paris, Afrodit’ in yardımıyla Menelaos’ un sarayına girer ve Helena’yı kaçırıp Truva’ya getirir. Helena’yı geri almaya kararlı olan Menelaos, Miken kentinin kralı olan kardeşi Agamemnon’dan yardım ister. İki kardeş aynı zamanda bütün Yunan kentlerinden de yardın isterler. Bu savaşa Olimpos tanrıları da bulaşırlar. Tanrılar ikiye ayrılmış, kimileri Truvalıları kimi Akhalar’I tutmaktadır. Zeus Truvalıları destekler ama karısından korktuğu için yapamaz. Athena ve Hera altın elmayı alamadıkları için Poseidon ile birlikte Truvalıların yenilmesini sağlamaya çalışırlar. Apollon, Afrodit, Artemis, Ares ve Demeter gibi tanrılar Truvalıların yanında yer alırlar.
Böylece bu savaş sürüp gider. Truva ovası insan kanıyla sulanmıştır. Bu arada Paris Philoktetes yayına Herakles’in zehirli okunu koyar ve Paris’i kasığından yaralar. Paris ‘in acısı gitgide artar. Aklına eski karısı Oinone gelir ve onu affetmesini söylerken, şifalı otlardan acısını dindiren bir ilaç yapması için yalvarır.Fakat Oinone Paris’ i affetmez ve onu ölüme terk eder. Truva halkı sevinir.
Athena, Akha ordusunun kumandanlarından akıl ve kurnazlığı ile tanınan Odyseus’a savaşı kazanmak için kurnazlığa başvurmasını öğütler. Bunun için Kocaman bir tahta at yapmasını söyler. Bu atın içine askerler girecek ,sonra da savaşı bırakıyorlarmış gibi Truvalılar savaş hediyesi olarak onlara bırakacaklardı. Onlar da bu atı şehirlerine aldıları zaman attan çıkıp şehrin kapılarını açacaklardı. Böylece yetenekli bir marangoz olan Epeios’a silahlı savaşçıların sığabileceği büyüklükte, içi boş tahta atı yaptırır. Sinon adlı tek bir Akhalı dışında her kez Tenedos’a gider (Bozcaada).
Tahta Atın Truva Surlarından geçirilişi
Sinon atın yanında kalır. Sinon büyük bir ustalıkla atın Truva surlarından geçmesini sağlar.Atın surlar içerisine girmesine karşı koyan tek kişi, Apollon rahibi Laokoon dur. Ama Hera Truvalılar’ı yenik düşürmeye karar vermiştir. Truvalılar’ı rahibin yalan söylediğine inandırmak için Poseidon yardımıyla denizden iki yılan gönderir. Rahibi ve iki oğlunu parçalatır. Bunun üzerine Truvalılar atın kutsal olduğuna karar verirler ve içeri alırlar. Kral Priamos’un kizi Kasandra, Truvalıları uyarır (Kasandra, bilicilik yetisine sahiptir, ancak sonradan ona kızan Apollon bu yetiyi elinden almıştır). Ama kimse ona inanmaz Truvalılar akşam şölen düzenleyip eğlenirken Sinon gizlice tahta atın yanına gider, kapısını açıp içerdekileri çıkarır ve Tenedos’tan gelenleri sur içine alır. Böylece birden her yer yakılıp yıkılır. Sadece Aeneis bu felaketten kurtulmayı başarır. Yunanlı yazar Virjil’e göre, Kenten kaçıp Italya’ya ulaşmış ve Roma’yı kurmuştur.
Katlıyamdan kurtulan Truvalılar tekrar şehirlerini kurmuşlar ve yaşantılarını gönülleri yaslı olarak sürdürmeye çalışmışlardır. M.Ö. 1200 yılında VIII. Truva olarak karşımıza çıkan bu şehir Hellenistik devir özelliği ağır basan bir kültür verir. Bu Truva’nın meşhur Athena mabedinde Yunanistan seferine çıkan Pers Kralı Xerxes bin boğa kurban etmiştir. Asya seferine çıkmadan önce Büyük Iskender Truva’yı ziyaret eder ve imar edilmesini emreder. Bu Truva 700 yıl kadar yaşantısını sürdürür.
TRUVA ANTİK KENTİ
Çanakkale’ye 30 km. Mesafede bulunana Truva’ya, Çanakkale – Izmir yolundan sağa ayrılan 5 km.’lik bir yolun sonunda varılır. İlk yerleşmeler M.Ö.3000’lere, yani Erken Tunç Çağı’na kadar iner. 3500 kesintisiz yerleşime tabi tutulduğundan Anadolu tarihi ve arkeolojisi için son derece kronolojik bilgiler vermektedir.
Hisarlık Tepe olarak anılan bu höyük, 200m. uzunluğunda ve 150m. genişliğinde olup, denizden 40m. yüksekliktedir.
Kazılar sonunda Truva’da üst üste kurulmuş on ayrı yerleşme tesbit edilmiştir.
TROYA I ( MÖ 3000 – 2500 )
Küçük bir kale görünümündedir. On ayrı kattan oluşmuştur. I. Truva’nın en gelişmiş katı olan I – J, 90m. çapında bir surla çevrili idi. Duvar çok iyi korunmuş durumdadır. İki ayrı kule ile savunulan kent duvarlarının giriş kapısı 3m. eninde idi 3 metre kadar genişlikte dar bir koridor şeklinde dir. Bu girişin iki yanında üçgen şeklinde yapılmış olan savunma külelerinin de doğu yönündekinin alt kısmı ve bitişindeki sur kalıntıları görülebilir. Kulelerin ayakta kalan yüksekliği 3.5m.’dir. Alt kısmı büyük taşlarla örülmüş olup, yukarıya doğru küçülerek devam etmektedir. Truva’ya ait en iyi ve öncü örneği ön avlulu, ocaklı bir ev diye nitelendirilen Megaron vermektedir. Kentin I-B evresinde inşa edilmiştir. 19X7m. ölçülerinde dir. Duvar örgüsü balık sırtı şeklinde yapılmıştır. Yapılar taş temel üzerine kerpiç duvarlıdır. Büyük odasında biri tam ortada, diğeri doğu duvara yakın olmak üzere 2 ocak bulunmuştur. Sadece birinci ocak görünebilir durumdadır. Bu Megaron yapısı bugüne değin bilinen en eski örnekti. Erken Tunç Çağı’na giren bu yerleşme döneminde pişmiş topraktan kaplar elle üretiliyorlardı. İnsan yüzlü kapların ilk Truva örnekleri bu katta ele geçmiştir. Bunların çoğu astarlıdır. Çakmaktaşından ve Obsidyenden bıçaklar, bakır iğneler, dokuma tezgahları üretilmiştir. Bu eserler Istanbul Arkeoloji müzesinde yer alırlar. Ege çevresine bağımlı Truva – I kültürü büyük bir tahrip sonucu yok olmuştur.
TROYA II ( MÖ 2500- 2300 )
Truva-I yedi ayrı yerleşmeden oluşmaktadır. Kapladığı alan 110m. olup, Truva-I’in devamı niteliğindedir. Batı dünyasında belirli bir plana göre düzenlenmiş kentlerdendir. Helen dünyasının ve Anadolu şehir plancılığı ile ilgili ilk önemli örneklerini sunan Kültür düzeyi çok yüksek bir yerleşimdir. Magaronlar anıtsal büyüklüktedir ve cepheleri aynı yöne gelecek biçimde yan yana dizilerek bir ortak cephe oluşturulmuştur. Bu yapı sistemi, 700 yıl sonraki Tiryns akropolünde görülmektedir. Bu kent kral ve mahiyetinin oturduğu 7-8 büyükçe evden ibarettir. Halkın çoğu kırlarda buğday yetiştirip hayvan besleyerek ve gerektiğinde askeri güç sağlayarak yaşamışlardır. Konutların büyüklükleri arasındaki farklılıklar , , Truva II yerleşmesinde yaşayan toplumda belirli bir sosyal yapılaşmanın olduğunun kanıtıdır.Tepenin ortasında yer alan kralın oturduğu Megaron 40X13 m. ölçülerinde dir1989 kazılarında yapının yangın geçirmiş doğu duvarı ortaya çıkarılmıştır. Yapı tepenin en yüksek noktasında ve çevreye çok hakim bir konumdaydı. Bu Mageron Schliemann’ın kazıları esnasında tahribe uğramışsa da planı saptanmıştır.
Truva II, üç ana evresiyle tanımlanmaktadır. ( 2a,2b,2c-g) Bunların herbirinin yeni bir sur duvarları vardır. Bunlar daha sonra kullanılmaya devam edilmiştir. Truva II büyük kent kapısı güney surunun ortasında idi. Güneybatı kapısının kalıntıları ve taş döşemeli 21x 7,5 metre boyutlarındaki rampası iyi korunmuştur. Bu yerleşim Truva- I den daha zengindir.Daha fazla altın ve gümüş vardır ve bakırdan daha çok yararlanmışlardır. Schilemann tarafından 1871-90 yılları arasında yapılan çalışmalarda Truva II yapı katmanları arasında ele geçirilen hazine buluntusu çok gelişmiş bir metal işçiliğinin ve gelişmiş bir dış ticaretin göstergesidir.Bu evrede el yapımı çanak çömleklerin yanısıra çark yapımı çömlekçiliğin de başladığı görülmektedir. Truva’nın güç ve zenginliği büyük ihtimalle Asya ve Avrupa arasındaki onemli ticaret noktalarını denetleyen konumundan kaynaklanmaktadır.Kazılarda Truva II ‘ye ait buluntuların çoğunun 1 metre kalınlığında bir yangın molozunun altında çıkması , bu kentin ani bir istilaya uğradığının bir göstergesidir.Bu nedenle Schilemann burayı Homeros ‘un Ilyada’sında geçen Truva olarak nitelendirmiştir. Aynı dönemde Batı Anadolu ve Kıta Yunanistan’daki çeşitli yerleşimlerdeki benzer yıkımlar ve izleyen dönemde bu kentlerin kültür yaşamında görülen uzun süreli durgunlukların M.Ö. 2000 yıllarının başlarında Orta Avrupa ‘dan gelen Hint-Avrupa kökenli göçlerden olduğu sanılmaktadır.Truva II ‘yi dışardan gelen göçmen toplulukların yıktığı ve buraya yerleşmeden yollarına devam ettikleri sonucuna varılmıştır.
TROYA III -IV-V (MÖ 2300- 1700)
Hisarlık höyüğündeki 3. Erken Tunç Çağı yerleşmesinde yaşam şeklinin pek değişmediği görülmektedir. Bu dönemde 4 yapı evresi saptanmış ve höyüğün 3 metre daha yükseldiği anlaşılmıştır. Bu devrelerde kent önemini kaybederek fakirleşmiştir. Evlerin döşemeleri daha önce olduğu gibi sıkıştırılmış kil yada toprakla kaplandığı, duvarların da aynı şekilde örüldüğü biliniyor olsa bile, bu dönemde bağımsız konutlara rastlanmaktadır. Büyük mageronların yerini şekilsiz taşlardan yapılmış daha küçük evler almıştır. Bitişik yapılan evlerin arasında kalan sokaklar oldukça dardır. Daha önceki dönemden farklı olarak, Truva kent surlarının tamamen taştan yapıldığı ve güçlendirilmiş kerpiç kullanılmadığı görülmektedir. Kalıntılar arasında sadece sur duvarları çıkmıştır. Bu katmanlarda herhangi bir kültür değişikliği görülmemektedir.
Troya III (MÖ 2200-2050)
Yerleşmesi düzensiz bloklardan meydana gelir. Duvarlar küçük ve düzensiz taş örgülüdür. Çanak çömlek yapımında ve formlarda değişiklik olmamıştır. İki kulplu kaplar artmıştır. Troya-IV da ilk kez kubbeli fırınlarla karşılaşılır.
Truva-V’te yapım tekniği biraz daha gelişmiştir; evler düzgün, lanlı, avlulu, büyük salonlu ve birkaç odalıdır. Troya V ile Tunç Çağı son bulur.
TROYA IV (MÖ 2050-1900)
Beş ayrı yapım evresinin izlendiği bu kat Erken Tunç Çağının son yerleşmesidir. Kazılardan ele geçen eşyalardan Kıta Yunanistan’ı, Ege adaları ve Orta Anadolu’yla ilişkilerin yoğunlaştığı anlaşılmaktadır. İlk kez evlerin avlusunda yer alan kubbeli fırınlara rastlanır. Troya IV’e ait üst üste 6 yangın olduğu bilinmektedir.
TROYA V (MÖ 1900-1800)
6 yapın evresinin iki metre kalınlığa sahip bu yerleşme katmanında Batı Anadolu’da, Erken Tunç Çağı’ndan Orta Tunç Çağı‘na geçiş dönemine rastlamıştır. Bu dönemde Ege dünyasıyla süregelen ilişkilere Kıbrıs’la başlayan ilişkilerin eklendiği sanılmaktadır. Truva Surların alt kısımları işlenmemiş taşlardan ve üst kısımları kerpiçten yapılmıştır. Evlerin planlanmış döneme göre daha düzenli olduğu, dikdörtgen bir alanın üç tarafına küçük odaların yapıldığı, odaların köşelerinde kilden yapılmış oyuma veya yatak şeklinin olduğu, kubbeli ocakların veya arı kovanı şeklindeki fırınların kullanıldığı anlaşılmaktadır.
TROYA VI (MÖ 1700-1250 )
Truva – VI üç ana evre gösterir, 300.000m2 bir alana yayılmıştır ve 8 yapı katından oluşur. Kazılarda ele geçen buluntular, tamamıyla yeni plan ve yapılar, Truva VI’nın o döneme kadarki yaşayanlarından başka insanlarla ilişkisi olmuş olabileceğini akla getirmektedir. Sur duvarları, birbirine beş kapıyla bağlanan altı bölümden oluşur. Surun en görkemli bölümü 6g devresine giren bir kuledir ve uzunluğu 18m genişliği 8 metredir. Kulenin ortasında keskin köşeli bir sarnıç ve onun içinde sekiz metre derinlikte kayaya oyulmuş bir kuyu vardır. Bu kuyudan kuşatma sırasında yararlanılıyordu. Uzunluğu 41,5m, genişliği 4.5 m. olup yüksekliği 4m.’yi geçen duvar boyunca dört dikey çıkıntıya rastlanır. Fakat bu duvar bi Roma dönemi duvarıyla kapanmaktadır. Troya VI ‘da surların kullanılması bu dönemde şehrin güçlü olduğunu gösterir. Bu dönemin, kenti çeviren surları ve ev inşaa tekniği yüksek bir işçilik düzeyine ulaşmıştır. Bu katman yüksek nitelikteki yapı tekniği ve korunaklı kale kent görünümüyle önceki yerleşmelerden çok farklıdır, hatta mimari bir üsluba ulaşıldığı söylenebilir. Bu surlar, kendilerine özgü planı ile dönemin en göz alıcı surlarıdır Kent kapısı savunma yönünden çok iyi inşa edilmiştir. Kent büyük bir akropole sahiptir. Akropolde yer alan evlerin planları genellikle tropezoid dir. Bu tip evler kuzeyden güneye doğru genişleyen akropole uygunluk sağlamaktadır. Başka bir ev örneği Pillar House’dir. Salonunda iki sütün bulunan bu ev 26X12 m. ebadındadır. Batı tarafında mutfak, doğuda salon a açılan 3 oda kiler vazifesi görür. Burada erzak küpleri bulunur. Ayrıca, evlerin yer aldığı teraslar, birbiri üzerinde ve iç içe daireler halinde yerleştirilmiştir. Bu da kentin belli bir plana göre inşa edildiği ortaya koymaktadır. Buna benzer planlar, Boğazköy’de Hitit Akropolünde, daha sonra ise Bergama akropolünde görülür. Troya VI yerleşmesinin sarayları ve diğer önemli yapıtları, tepenin üzerinde yer alıyordu. Ancak Helenistik dönemde Athena Tapınağı yapımı sırasında bu yapıların bir kısma tahrip olmuştur. Troya hükümdarları bir kez daha komşu Egeli ve Anadolulu devletlere göre daha güçlü bir konum ve önem elde etmiştir.
Bu dönemin kültür birikimleri, ulaştıkları düzey ve kentin görkemi Homeros’un İliyada’sına konu olmuştur. Destanda adı geçen Dardanos kapısı, bu kentin yıkılmasına sebep olan tahta atın girdiği kapıdır. Kent bir deprem ile sonlanır.
TROYA VII (MÖ 1240-1190 )
Bu yerleşimde ,savaşın izlerini hala görebiliriz. Ancak tahripten bir süre sonra ,Troya halkı kenti yeniden onarmıştır ve bir kültür değişikliğine rastlanmamaktadır.Bu aşamada görülen kap biçiminde duvar kalıntılarına bakılarak, Ege göçlerinin ilk durağı Troya olduğu ,ve belkide Truva’nın düşmesi Kavimler göçünün başlamasının nedenlerinden biri olmuştur .Evleri birbirine yapışmıştır. Bir çoğunda depolama amacıyla kullanılan büyük küpler yerin altına gömülüdür. Bu dönemden kalan kanalizasyon boruları güney kapıya giden ana caddede görülebilir.Atina ‘nın altın çağı’nda bile böyle dir sistem yoktur.Sokaklarda bulunan ok ve mızrak uçlarına dayanarak burası kral Priamos’un Truvası olduğu sonucuna varılabilir. Deprem sonrası akropol dışında oturan halkın devlet yönetimine geçmesine ve kral ve soyluların ortadan kalkmasına neden oldu.
TROYA VIII ( MÖ 8YY – 85 YILLARI )
Bu aşama daha çok Helenistik dönem izleri taşır.
Heinrich Schielemann’ın kazıları sırasında zarar görerek ortaya çıkan başka bir mimari yapı, Athena tapınağı dır. Ünlü tarihçi Herdotos burada Pers kralı Xerxes’in tanrıçaya bin öküz kurban kestiğini yazar. 15,20X16,40m. ebadındaki bu muhteşem tapınak hakkından fazla bir şey binmektedir ancak Büyük Iskender buraya gelip bu tapınağı onarmaya söz vermiştir. Bunu arkadaşları ve kumandanı Lysimachos yerine getirmiştir. Şimdi tapınaktan arta kalan mimari parçalar ise Roma devrinden kalanlardır. Zira Roma İmparatoru Augustus tapınağı yeniden onarmış ve genişletmiştir. Dor üslubunda yapılmış bu tapınağın ön ve arka 6’şar sütünü bulunmaktaydı.
TROYA IX (MÖ 85 – MS 500 )
Truva’da Roma Dönemi‘ne ait yerleşimlerin izlerini taşır. Romalılar Anadolu’da eyaletler kurmaya başladıktan sonra özellikle Troya’ya büyük önem verirler. Bunun sebebi Roma’nin, Afrodit’in oğlu Truvalı kahraman Aeneas tarafından kurulduğuna ait inançtır. İmparator Konstantinos Roma Imparatorluğu’nun merkezini Truva’ya taşımak ister. Sonradan vaz geçmiş Konstantinopolis’i başkent olarak seçmeseydi, İstanbul yerine Truva başkent olacaktı.
Bu aşamada Roma dönemi hamamları görülür. Bu hamamların mozaikleri ve mermer zemini vardır. Duvarların tamamen mermerle kaplı olduklarını taşlardaki oyuklardan anlayabiliriz. Bununla birlikte kentin bir tiyatrosu vardır. Bu tiyatro Helenistik dönemde inşaa edilmiş Roma devrinde de tamir görmüştür. At nalı şeklindeki bu tiyatronun küçüklüğünü göz önüne alırsak bir tiyatrodan ziyade Odeona (müzik salonu) benzetebiliriz. Athena Tapınağı bu dönemde yapılan değişikliklerle genişletilmiştir.
Büyük Tiyatro
Ovaya ve denize hakim bir konumdaki ve 10.000 kişi alabildiği sanılmaktadır. Oturma sıralarının bulunduğu yamaç henüz kazılmamıştır.
Anıtsal Çeşme
Burada insan ve hayvan figürleriyle süslü döşeme mozaiklerine rastlanır. Bu mozaiğin üst kısmında üçüncü yüzyıla tarihlenmiş boyalı duvar sıvaları bulunmuştur.
Küçük Tiyatro
En iyi korunmuş yapılardan biridir.
Meclis Binası
Yapının daha önce odeon olarak kullanılmış olabileceği sanılmaktadır.