Şanlıurfa Genel Bilgi
Şanlıufra nerede?
Yüzölçumu: 18, 584 km2
İl Trafik Kodu: 63
İlçeler: Şanlıurfa (Merkez), Akçakale, Birecik, Bozova, Ceylanpınar, Halfeti, Harran, Siverek, Viranşehir
Urfa gezilecek yerler:
Balıklıgöl, Gölbaşı orman içi dinlenme yeri, Harran, Sumatar, Harran, Urfa Kalesi, Urfa UluCami, Halilu’l-Rahman ve Ayn-ı Zilha, Beylerbeyi, Kadıoğlu ve Rizvaniye Camileri, AkCami (Nimetullah Cami), Mevlahane Hanı, Gümrük Hanı Kervansarayı, Kırk Mağaralar, Şanlıurfa Müzesi
Neden Peygamberler Kenti denir?
Urfa’nın Tarihi geçmişi İÖ 8000 yılına kadar uzanan Şanlıurfa, Mezopotamya medeniyetleri ile Eyyübi, Selçuklu ve Osmanlı gibi İslam medeniyetlerine beşiklik eden bir müze şehir görünümündedir. Harran kazılarından kentin İÖ 6000-5000 yıllarında kurulduğu anlaşılmaktadır.
Efsanelere göre Hazreti Adem bu topraklarda çiftçilik yapmış, Hazreti Eyüp burada sabır ve tahammül göstermiş, Hazreti İbrahim, Asur kralı Nemrud’u Tanrının birliğine inanmaya burada davet etmiş ve bu yüzden ateşe atılmıştır.
Hazreti Musa kentin doğusundaki Tek Tek Dağları’nda yedi yıl çobanlık yapmış ve yine efsaneye göre sihirli asasını Şuayp Peygamberden burada almıştır. Bu yüzden Şanlıurfa “Peygamberler Şehri” diye da anılmıştır.
İl merkezinde yer alan çok sayıdaki tarihi mimari eser ve il sınırları içindeki dünyaca ünlü Harran, Soğmatar ve Şuayp gibi ören yerleri bu zengin medeniyetler birikimin günümüze kadar gelebilmiş uzantılarının bazı örnekleridir.
İbrahim Peygamber’in Nemrut’la olan mücadelesi ve ateşe atılması olayı il merkezindeki Kale ve Balıklı göl civarında cereyan etmiştir. Hz. Eyyüp Peygamber il merkezindeki halen ziyaret edilmekte olan bir mağarada çile çekmiştir. Eyyüp Peygamber’in ve Elyasa Peygamber’in kabirleri Viranşehir ilçesi yakınlarındaki Eyyüp Nebi Köyü’nde bulunmaktadır.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Anadolu ve Arap Yarımadalarını birbirine bağlayan geçiş yolları üzerinde, Urfa yaylasının ortasında kurulmuş olan Urfa’nın yüzölçümü 18, 584 kilometrekaredir. 1997 sayımında 1, 303, 589 nüfusu olduğu tespit edilen Şanlıurfa’nın Akçakale, Birecik, Bozova, Ceylanpınar, Halfeti, Harran, Hilvan, Siverek, Suruç ve Viranşehir olmak üzere 10 ilçesi ve 772 köyü vardır.
Şanlıurfa’nın ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Ekili alanların büyük bir kısmı tahıl üretimine ayrılmıştır. Buğday ilk sırayı almakta, onu arpa ve mercimek izlemektedir. Nohut ve Antep fıstığı üretiminin de yapıldığı, Şanlıurfa’da sanayi bitkilerinden pamuk ve susam da üretilir. GAP Projesinin tamamlanmasıyla Şanlıurfa’da tekstil ve giyim sanayiine ağırlık verilecek, aynı zamanda yemeklik yağ ile yem üretimi sanayii kuruluşlarının ekonomik kapasiteleri ve sayısı artırılarak, bu ürünler Türkiye içine ve dışına pazarlanacaktır.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin ‘’Orta Fırat’’kesiminde yer alan Şanlıurfa, coğrafi durumunun özelliği dolayısıyla üzerinde bağımsız devlet veya beylikler kurulan diğer önasya bölgelerine nazaran oldukça değişik bir tarihi vardır.
ŞANLIURFA eski adı nedir? Edessa nereden geliyor?
Şanlıurfa’nın bilinen en eski adı Edessa, Büyük İskender sonrasına Selökidler veya Seleukos dönemine (Türkçe Kullanımlar: Selefkos, Selevkos) kadar uzanmaktadır. Edessa, Makedonya Krallığı merkezinin eski bir adıdır. Urfa adının kaynağına ilişkin çok sayıda savdan hemen hiçbiri kesinlik kazanmamıştır. Bunlardan biri Urfa adının Süryanice ‘’Orhai’’ sözcüğünden türediği, Orhai’nin ise Arapça ‘’suyu bol’’ anlamına gelen ‘’Vurhai’’ den kaynaklığı yolundadır. Müslümanların hakimiyetindeyken Urfa’nın adı ‘’RUHA’’ dır. Bugün kullanılan Urfa adının Ruha’dan geldiği sanılmaktadır.
Cumhuriyet dönemi boyunca il adının Urfa olarak kullanılmasına rağmen 1920’de Fransız’lara karşı verdiği şanlı mücadeleden dolayı 12. 06. 1984 gün ve 3020 sayılı kanunla ŞANLIURFA oldu. Bu kanun 22. 06. 1984 tarih ve 18436 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi.
ŞANLIURFA’nın Tarihi
894’te Fransız araştırmacı Gautier’ce başlatılan, yerli ve yabancı arkeologlarca halen sürdürülmekte olan araştırmalarda ele geçen bulgular, ilin Alt Paleolitik Dönem yerleşmesine sahne olduğunu kanıtlamaktadır. Yazılı tarih öncesi dönemlerde, bitek topraklarında çeşitli uygarlıkları barındıran Urfa yöresinin, İÖ II. binde, hakkı Şubarlar’dan (Şubarru) oluşan Mitanni Devleti’nin elinde olduğu bilinmektedir. İÖ II. binin yarısında Mitanni Devleti’ne son veren Şupiluliuma, Urfa’yı Hitit İmparatorluğu topraklarına kattı. İÖ 1100’lerde Ege Göç Kavimleri’nin yarattığı karışıklıklardan yararlanan Aramiler, Güneydoğu Anadolu’da etkinlik sağladılarsa da, kurdukları küçük prenslikleri birleştirip güçlü bir devlet oluşturamadılar. Bu krallıkların en uzun ömürlüsü olan Bit-Adini Devleti’nin İÖ 857’de Asur Kralı III. Salmanassar’ca yıkılmasıyla, Urfa ve yöresi bir Asur eyaleti durumuna geldi.
İran’ın kuzeyinde kurulan Med Devleti, İÖ 600’lerin başında Asurlular’ı iki kez yenilgiye uğratıp, Batı Anadolu’daki Lidya Krallığı ile anlaşarak Urfa’yı topraklarına kattı. Daha sonra Urartu Devleti’ni ortadan kaldırarak sınırlarını genişleten Med’ler, yerleşik bir düzen oluşturamadıklarından, İÖ 550’de genç Pers Devleti karşısında tutunamayarak yıkıldı.
Pers Döneminde ordunun asker-soyluları arasında paylaştırılan Edessa (Urfa) çevresindeki geniş topraklarda tarım yapılmaya başlanması, kentte ticaretin canlanmasını sağladı. Pers ordularını İÖ 334 ve İÖ 332’de bozguna uğratarak bu devleti ortadan kaldıran İskender, tüm Anadolu ile birlikte Urfa’yı da Makedonya İmparatorluğu’na bağladı.
Büyük İskender’in ölümüyle (İÖ 323), paylaşım savaşına giren komutanlarından Selevkos, İÖ 312’de Antigonos’u yenerek Mezopotamya’yı ele geçirdikten sonra, Hindistan’dan Marmara’ya dek uzanan çok geniş bir bölgede krallığını ilan etti (İÖ 306). Selökid Krallığı adıyla anılan bu krallık döneminde, bir süre Mısır etkinliğine de giren Urfa, zengin ticaret yolları üzerinde olması dolayısıyla büyük önem taşıdı.
Selökidler’in giderek zayıflaması sonucu Urfa yöresindeki etkilerinin azalmasını fırsat bilen yerel topluluklardan Aramiler’in önderi Karen, İÖ 132’de Abgar Prensliği’ni kurdu. Selökidler Döneminde Urfa’da ağırlık kazanan Yunan kültürünün izlerini büyük ölçüde yok eden Aramiler, İÖ 70’lerde Roma’nın bir uydusu durumuna gelen Selökidler’in tersine, bağımsızlıklarını korudular.
İÖ 64’te Urfa’yı da içeren geniş bir bölgeyi ele geçirerek Roma’nın Suriye vilayeti durumuna sokan Pomoeius’un kesin bir üstünlük kuramadığı Fırat’ın doğusundaki topraklarda, Part ve Roma güçleri arasında tampon işlevi gören Osroene Krallığı yar almaktaydı. Roma-Part savaşları sırasında birçok kez tarafların işgaline uğrayan bu krallık, İS 117’de Romalılar’ca sona erdirilince, Mezopotamya ve Urfa bir Roma eyaleti durumuna geldi.
Roma Döneminde bölgedeki Arami ayaklanmaları Roma otoritesini sık sık yıprattıysa da, Roma orduları bu ayaklanmaları her seferinde bastırmayı başardılar. 241’den başlayarak Sasanlı akınlarına hedef olan Urfa yöresi, bir çok kez Romalılar’la Sasanlılar arasında el değiştirdi.
395’te ikiye ayrılan Roma İmparatorluğu’nun doğu kesiminde (Bizans) kalan Urfa, ‘’İsa’nın tanrı değil de insan olduğu’’nu savunan Diafizitlik öğretisinin merkezi oldu.
Halife Ömer döneminde Urfa’yı ele geçiren İslam güçleri, 680’lerde Urfa, Harran ve Samsat’ı birleştirerek bir eyalet oluşturdular. İslam egemenliğinde bulunduğu süre içinde açılan sulama kanallarıyla bereketli toprakları daha da verimli hale getirilen kent iyice zenginleşti. 750’de Emevi’lerin Arap tahtından indirilmesiyle, Urfa yöresindeki Emevi halk üzerinde büyük bir Abbasi baskısı başladı. Bu baskının doğal sonucu olan ayaklanmalar Harunü’r-Reşid’in başa geçmesine değin engellenemedi. Reşid’in sağ duyulu yönetimi sayesinde sakin bir dönem yaşayan Urfa, 809’dan sonra onun oğulları arasındaki taht kavgalarında önemli ölçüde zarar gördü. İslam güçlerinin birbirine düşmesinden faydalanan Bizanslılar, 942’de Diyarbakır’a dek ilerleyerek Urfa üzerine saldırılar düzenlediler. 1027’de kentin bir kısmını ele geçiren Bizans orduları, 1037’de tüm Urfa’yı egemenlikleri altına alıp, surlarını onararak korunaklı hale getirdiler.
Malazgirt savaşından sonra (1071), Anadolu içlerine yayılan Selçuklular, Urfa’da sağlam bir etkinlik oluşturamadılar. Bizans ordusunun Ermeni komutanlarından Filaretos, Urfa yöresindeki Ermenilerin desteğini alarak 1074’te bağımsızlığını ilan etti ve oldukça büyük bir prenslik kurdu. 1085’te Anadolu Selçukluları’na yenilen Filaretos, Urfa’daki etkinliğini yitirince, bölgeye egemen olmak için yapılan savaşta Süleymanşah’ı bozguna uğratan Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, Urfa ve Harran’ın yönetimini komutanlarından Bozan’a devretti (1087).
Artan Türk baskısını yok etmek amacıyla, Bizanslıların isteği üzerine düzenlenen Haçlı seferi sırasında, Maraş yöresinde asıl Haçlı ordusundan ayrılan Kont Baudouin kent halkının desteğini kazanarak 1098’da Urfa Haçlı Kontluğunu kurdu. Uzun yıllar çevresi Türk devlet ve beylikleri ile çevrili bir ada durumunda varlığını sürdüren bu Kontluk, zaman zaman Türk’lerin aralarındaki savaşlardan yararlanarak sınırlarını genişletmeyi de başardı. Ancak zamanla Urfa’da egemen olan Haçlılar iktidar kavgasına girip güçlerini yitirince, Musul Atabeyliği İmadeddin Zengi 1144’te Urfa’yı ele geçirdi. 1182’de ise, Urfa İmadedin’in ölümüyle yerine geçen Nureddin Mahmud’un yanında yetişen Salahaddin Eyyubi’nin kurduğu Eyyübi Devleti’nin sınırları içinde kaldı.
1196’da Anadolu Selçuklu tahtına çıkan II. Süleymanşah döneminde ülke birliğini sağlamak için yürütülen çabalar, Urfa’daki Eyyübi egemenliğini etkilemedi. 1232’de Mısır Eyyübileinin eline geçen Urfa, 1. Alaeddin Keykubad’ca Selçuklu topraklarına katıldıysa da, kısa bir süre sonra yeniden Eyyübiler’ce geri alındı.
Alaeddin Keykubad döneminde Anadolu Selçuklularının hizmetine giren Harezm Beyleri, Keykubad’ın ölümünden sonra baş kaldırıp, Urfa, Harran ve Suruç’u ele geçirerek, Selçuklu, Eyyübi ve Artuklu devletlerinin ortasında bağımsız ve yağmacı bir yönetim birimi oluşturdular. Harezmliler’i zorlukla yenen II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in kötü yönetimi sonucu 1240’ta patlak veren Baba İshak ayaklanması Anadolu Selçuklularını zayıf düşürdü. Bu koşullarda Mağallarla savaşa giren ve 1243’te Kösedağ Savaşı’nda yenilerek vergi bağımlı bir devlet durumuna düşen Selçuklular, Urfa yöresindeki tüm etkinliklerini yitirdiler.
Moğollar döneminde sık sık yağmalanan, ağır vergilerle ezilen Urfa yöresindeki Türkmen boyları, Anadolu Selçukluları’nın 1318’de tarihe karışmasından sonra bağımsız davranmaya başladı. Bu dönemde Anadolu’da kurulan sayısız beyliklerden biri olan Salim Bey ve Oğulları Aşireti, Urfa’da etkinlik sağladı. Ancak Timur’la birlikte Ankara Savaşı’na katılan Akkoyunluların başı Karayülük Osman Bey, kendisine bağışlanan Diyarbakır yöresinde 1403’te Akkoyunlu Devleti’ni kurduktan hemen sonra, Urfa’yı ele geçirdi.
Safeviler’in güç kazanmasıyla etkinliklerini yitiren Akkoyunlular, 1502’de aldıkları son yenilgiyle tüm Doğu Anadolu’yu Safeviler’e bırakmak zorunda kaldılar. 1514’te Urfa’yı alan Şah İsmail komutasındaki Safevi güçleri, Yavuz Sultan Selim’ce yenilgiye uğratıldıktan sonra, 1517’de Mardin Kalesi’ni ele geçiren Osmanlılar, aynı yıl Urfa’yı da topraklarına kattılar.
Şemseddin Sami Kamus ül-Alam’da Urfa’dan şöyle söz eder:
“Halep vilayetine bağlı Urfa sancağının merkezi, 28, 188 nüfuslu bir kazadır. Kagir ve toprak damlı evlerde oturan halkını çoğu Müslüman Türkler, Kürtler ve Araplardır. Maşlak, beyaz şal, aba, renkli bez, kösele ve bakır takımına dayalı bir küçük sanayisi olan kazada, arpa, buğday, mercimek ve her türlü sebzeyle meyve yetiştirilir.
Milli Mücadelede Urfa’nın Rolü
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi imzalandığı günlerde Urfa bağımsız bir sancaktı. 7 Mart 1919’da İngilizler tarafından işgal edilen Urfa, daha sonra Fransız işgaline terk edilir. 13 ay, 3 gün süren işgalden sonra büyük bir mücadele sonucu kurtuluş gerçekleşir. Fransız işgali sırasında şehrin üçte bir nüfusuna sahip olan Ermeniler, Fransızlarca silahlandırılmış ve işgalde Fransızların yanında yer almışlardır. Fransız Ermenilerin ortaklaşa yaptıkları zulme dayanamayan halk 9 Şubat 1920’de ayaklanır. Urfa jandarma kumandanı Ali Saip Bey, Fransızları bu bölgeden çıkarmak için halkı Kuva-ı Milliye adına örgütlendirir. Çevredeki aşiretlerin desteği de sağlanır.
Saldırıya geçilmeden evvel Fransız işgal komutanına Kuvayı Milliye komutanı Ali Saip imzalı bir nota verildi. Notada 24 saat içinde işgal kaldırılmazsa saldırıya geçileceği yazılıydı. İşgal komutanının kendilerine verilen ültimatomu reddetmesi üzerine Kuvayi milliye güçleri 9 Şubat sabahı Harrankapı ve Beykapı’sı yönünden şehre girdiler. Karakoyun deresinin belli başlı yerlerine de Badıllı, Ögerli, Şeyhanlı, Baziki ve Bozova aşiretlerinin adamları yerleştirilerek savunma mevzileri oluşturdular. Sabah olduğunda şehrin güneyi Kuvayi Milliyede, kuzeyi Fransızlardaydı. Aynı gün hapishanenin boşaltılarak mahkumların direnişine katılmasının sağlanması anında, açılan ateş ile birlikte savaş başladı. El bombaları ile desteklenen ateş akşama kadar sürdü. Aynı gece Badıllı Aşiretinin adamları Fransız karargahına girmeyi başardılar. Bir müddet sonra Suruç ve Birecik bölgesindeki Fransız kuvvetleri de kuşatıldı. İki ay süren savaş süresinde milli güçler defalarca düşman mevzilerine taarruzda bulundular. Nisan 1920 başlarında Fransız işgali komutanı, mutasarrıf Ali Rıza Bey’e ateşkes isteğinde bulunduğunu bildirir. Daha sonra silah ve cephaneleri ile birlikte şehri terk etmeleri hususunda anlaşma sağlandı. Ağırlıklarını götürmeleri için kendilerine 60 deve ile 20 katır verildi. Fransızlar, 11 Nisan 1920’de Urfa’yı boşaltırlar. Böylece bir yıldan fazla bir süre işgal altında kalan Urfa, kurtulmuş olur.
Balıklıgöl Tarihi
HALİL-ÜL RAHMAN VE AYN-ZELİHA GÖLLERİ
Halil İbrahim Peygamber, devrin zalim hükümdarı Nemrut ve puta tapanlarla mücadele eder. Putları kırıp parçalayarak halkı tek tanrıya inanamaya çağırır. Bu başkaldırıya karşı Nemrut, İbrahim Peygamber’i büyük bir odun yığınında yakmak isteri İbrahim Peygamber ateş üzerine düşer düşmez, ateşin yerinde berrak bir göl belirir. Yanan odunlar balığa dönüşür.
Göle Halil-ür Rahman Gölü denilir. Yanındaki göl ise (Ayn Zeliha) İbrahim Peygamber’in sevgilisi ve Nemrut’un evlatlığı Zeliha’nın gözyaşlarından oluşur.
HALİL-ÜR RAHMAN CAMİSİ
Urfa’da Gölbaşı mahallesinde cami. Minaresindeki yazıtta Salaheddin Eyyübi’nin yeğeni Melik Eşref Muzafferiddin Musa tarafından 1211/122de yaptırıldığı yazılıdır. Kesme taştan yapılmış caminin ana mekanının planı kareye yakın bir dikdörtgen biçimindedir ve iki sütun sırasıyla mihrap duvarına koşut üç sahna ayrılır. Mihrap nişi iç içe geçmiş iki tane sivri kemerden oluşur. Minber kesme taştan yapılmıştır, tepesinde basık piramit biçimli bir çatısı vardır.
Cami kütlesinin güneydoğu köşesinde, tek şerefeli minare yükselir. Minareye caminin içinden geçilir. Cami’nin batısında 1871/22’de yapılmış medrese odaları, doğusunda bir hazire yer alır. Haziredeki türbelerden en eski tarihlisi Şeyh Ali Dede’nin tek kubbeli türbesidir. Caminin hemen bitişiğindeki Ayn-ı Zeliha Gölündeki balıkların kutsal olduğuna inanılır.