MYRA ANTİK KENTİ HAKKINDA BİLGİ
Myra neresi? Demre’nin eski adı nedir? Myra tarihi – Demre Tarihi – Myra Antik Kenti hakkında bilgi
Myrrh nedir? Myrrh Ağacı hangisi? Adonis Nerede doğmuştur? Adonisin Mitolojik hikayesi nedir?
MYRRHA Ağacı ve Adonis Mitolojisi
Myrrha Kıbrıs kralı Kinyras’ın kızıdır. Ya tanrıçaya ibadet etmeyi ihmal ettiğinden ya da güzel olmasıyla çok övündüğünden tanrıça Aphrodite’nin lanetine uğrayan kız babasına tutulmuş ve onunla sevişmek istemiş. Dadısının kurduğu bir düzenle babasının yatağına girmiş ve oniki gece onunla beraber olmuş. Son gecesi de gebe kalmış. O gece babası yanında bir kandil getirmiş. Yanında yatan kadının kendi kızı olduğunu görünce de bu korkunç günahı temizlemek için kılıcıyla kızının üstüne yürüyüp onu öldürmek istemiş. Ama tanrılar kıza acımışlar ve onu babasının elinden kurtararak myrrh ağacına çevirmişler.
9 ay sonra ağacın kabuğu çatlamış ve ebe tanrıça Eileithyia sayesinde gövdesinden dünya güzeli bir çocuk çıkmış: Adonis. Çocuğun güzelliğine vurulan Aphrodite onu büyütsün diye yeraltı tanrıçası Persephone’ye vermiş. Ama Persephone de çocuğa tutulmuş, onu Aphrodite’ye geri vermeye yanaşmamış. Tanrıçalar arasında çıkan kavgaya yargıçlık eden Zeus, Adonis’in yılın 4 ayını Persephone’nin, 4 ayını Aphrodite’nin yanında geçirmesine, geri kalan zamanda da istediği yerde yaşamasına karar vermiş. Adonis 8 ay Aphrodite’nin yanında kalmayı seçince, tanrıçanın güzel delikanlıya olan aşkını kıskanan diğer tanrılar Adonis’in üzerine bir yaban domuzu salmışlar. Adonis de kanaya kanaya can vermiş. Olympos’tan sevgilisinin yardımına koşan Aphrodite’nin ayağına diken batmış ve sıyrığından akan bir damla kan tanrıçanın çiçeği beyaz gülü kırmızıya boyamış.
MYRA ANTİK KENTİ TARİHİ
Kale adlı yerleşimin 2 km. kuzeyinde bulunan kentin adı Akadların Murru dedikleri, Lykialıların Myrrh diye adlandırdıkları, onlardan yunancaya, Latince’ye ve nihayet İngilizce’ye aynı şekilde geçen sarı sakız (Commiphora Myrrh) adlı hoş kokulu bitkiden gelir. Önce bugünkü kaya mezarlarının üzerindeki tepede kurulan şehir daha sonraları aşağıya inerek gelişlemiş ve Likya’nın çok önemli altı büyük kentinden birisi olmuştur. (Likya birliğinde üç oy hakkına sahip altı kentten biriydi. Diğerleri: Tlos, Xanthos, Pınara, Patara ve Olympos)Kentin M.Ö.4.yüzyılda basılan ilk sikkesi üzerinde ana tanrıça kabartması vardır.Yazılı kaynakların M.Ö.1.yüzyıldan itibaren Myra’dan bahsetmelerine rağmen, kaya mezarlarından ve bastıkları sikkelerden, şehrin en az M.Ö.5 yüzyılda varolduğu anlaşılmaktadır.
Şehrin içinden geçen Demre Çayı (Myros) deniz ticaretini geliştirmiş ancak korsanların kolayca baskın yapmalarına neden olmuştur. Bu nedenle Myralılar limanları Andriake’de nehrin ağzına bir zincir gererek bu baskınları durdurmaya çalışmışlardır. M.Ö. 42.’de Sezarı öldüren Brütüs asker toplamak için Likya’ya gelmiş, Xanthos’u aldıktan sonra komutan Lentulus’u para toplamak için Myra’ya göndermiştir. Myralılar buna karşı çıkmışlar ve kendilerini müdafaa etmeye çalışmışlarsa da komutan nehrin ağzına gerilen zincirleri kırarak şehre girmiştir. M.S. 118’de Tiberius’un evlatlığı olan Germanicus ve Karısı Agrippina burayı ziyaret etmişler ve Myralılar limanları Andiriake’ye onların heykellerini dikerek kendilerine olan saygılarını göstermişlerdir. M.S. 60’da ise St.Paul Romaya giderken Myra’da gemi değiştirmiş.
M.S. II yy’da Likya Birliği’nin başkenti olan Myra Oinoandalı Licinius Lanfus’un, Rhodiapolis’li Opramoas’ın, Kyaneae’li Jason’un ve diğer Lykia’lı zenginlerin yaptıkları cömert bağışlarla uygar ve görkemli bir şehir haline gelmiştir. Hatta, agorada bulunan bir dorik sütun üzerinde bulunan yazıta göre Anadolu kıyılarında pek az yerde söz konusu olan tarifeli gemi seferlerinin Roma çağında Myra ile Limyra arasında yapılmakta olduğu bilinmektedir.
Aziz Nicholas’ın Myra’da başpiskoposluk yaptığı ikinci Theodosios (408-450) zamanında da Myra’nın Likya bölgesinin başşehri olduğu bilinmektedir. Şehir 8. yüzyıldan başlayarak 9. yüzyıla kadar devamlı Arap akınlarına uğramış, 809 yılında Harun El Reşit’in komutanlarından birisi Myra’yı zapt etmiştir.
1034 tarihinde Arapların yaptığı deniz hücumlarında Aziz Nicholas kilisesi yıkılmıştır. Arap akınlarının verdiği huzursuzluk, Myros çayının sık sık taşması, bu taşma nedeniyle gelen toprakla bazı yapıların dolması ve bu arada meydana gelen depremler şehrin terk edilmesine ve Myra’nın köy hüviyetine bürünmesine sebep olmuştur. Türkler bu bölgeye geldikleri zaman çok küçülmüş bir Myra bulmuşlardır. Tiyatronun üzerindeki dağda bulunan akropolde fazla bir şey kalmamıştır.
Bunca görkemli bir kent olan Myra’dan günümüze çok fazla görünür eser kalmamasının sebebi kentin düzlükteki unsurlarının eskiden Myros adı verilen Demre Çayı’nın taşıdığı alüvyonların altında kalması, yoğun Arap akınlarında kentin tahrip edilmesi ve depremlerdir.
Tiyatro: Myra’nın en gözle görülür kalıntısı tiyatrosudur. Yapı gerek formu gerekse yaslandığı tepe açısından Grek nitelikleri taşır. Ancak günümüze ulaşan halinin mimarisi ve tekniği önemli ölçüde Roma onarımı gördüğünü de gösterir. 108 m. çapındaki tiyatronun oturma sıraları iki büyük yarım daire şeklindeki tonozlar tarafından taşınmaktadır. Üst Diazomaya giriş ve çıkış sağlayan bu tonozlar aynı zamanda dinlenme yeri olarak da kullanılmaktaydı. Aşağıda 29 üstte ise 6 oturma sırasının yeraldığı tek bir Diazomaya sahiptir. Bu oturma sıraları 14 ara merdivenle ayrılmıştır. Tiyatro iki konsantrik tonozlu galeri ile çevrilidir. Bunlar hem tiyatroya giriş çıkışı sağlayan merdivenleri içerir, hem insanlara serinlemek için bir mekan sağlar, hem de dükkanları barındırır. Örneğin batı galerisinde seyircilere soğuk içecek ya da yiyecek satan bir dükkanın tabelası hala yerindedir. Tabelada “Gezici esnaf, Gelasius’un yeri” şeklinde bir yazı bulunmaktadır. Geniş Diozoma arkasında, 2 m. yükseklikteki duvar üzerine boya ile kimlere ait olduğunu belirten isimler yazılmıştır. Diazoma’dan üstteki sıralara çıkış ortadaki çift taraflı merdivenle sağlanır. Bunların ortasında şehrin koruyucusu Tykhe’nin bir kabartması ve “Şehrin kısmeti, hep muzaffer ve şanslı ol” yazısı vardır. Tiyatronun Skene binası ikinci katın yarısına kadar ayakta olup bugün de bütün görkemi ile görülmektedir, seyirciye bakan yüzü sütunlarla, nişlerle, heykellerle, kabartmalarla ve çeşitli süslemelerle çok çarpıcı hale getirilmiştir. Orkestrada şehrin ithalat ve ihracat işlerini düzenleyen bir yazıt bulunmuştur. Orkestranın etrafının parapetlerle çevrili olması tiyatronun Roma döneminde sirk veya arena olarak da kullanıldığını gösterir. Bugün orkestrada kırık kolonlar, süsleme parçaları ve oymalı bloklar bulunmaktadır.
Tiyatro
Myra’nın en gözle görülür kalıntısı tiyatrosudur. Yapı gerek formu gerekse yaslandığı tepe açısından Grek nitelikleri taşır. Ancak günümüze ulaşan halinin mimarisi ve tekniği önemli ölçüde Roma onarımı gördüğünü de gösterir. 108 m. çapındaki tiyatronun oturma sıraları iki büyük yarım daire şeklindeki tonozlar tarafından taşınmaktadır. Üst Diazomaya giriş ve çıkış sağlayan bu tonozlar aynı zamanda dinlenme yeri olarak da kullanılmaktaydı. Aşağıda 29 üstte ise 6 oturma sırasının yeraldığı tek bir Diazomaya sahiptir. Bu oturma sıraları 14 ara merdivenle ayrılmıştır. Tiyatro iki konsantrik tonozlu galeri ile çevrilidir. Bunlar hem tiyatroya giriş çıkışı sağlayan merdivenleri içerir, hem insanlara serinlemek için bir mekan sağlar, hem de dükkanları barındırır. Örneğin batı galerisinde seyircilere soğuk içecek ya da yiyecek satan bir dükkanın tabelası hala yerindedir. Tabelada “Gezici esnaf, Gelasius’un yeri” şeklinde bir yazı bulunmaktadır. Geniş Diozoma arkasında, 2 m. yükseklikteki duvar üzerine boya ile kimlere ait olduğunu belirten isimler yazılmıştır. Diazoma’dan üstteki sıralara çıkış ortadaki çift taraflı merdivenle sağlanır. Bunların ortasında şehrin koruyucusu Tykhe’nin bir kabartması ve “Şehrin kısmeti, hep muzaffer ve şanslı ol” yazısı vardır. Tiyatronun Skene binası ikinci katın yarısına kadar ayakta olup bugün de bütün görkemi ile görülmektedir, seyirciye bakan yüzü sütunlarla, nişlerle, heykellerle, kabartmalarla ve çeşitli süslemelerle çok çarpıcı hale getirilmiştir. Orkestrada şehrin ithalat ve ihracat işlerini düzenleyen bir yazıt bulunmuştur. Orkestranın etrafının parapetlerle çevrili olması tiyatronun Roma döneminde sirk veya arena olarak da kullanıldığını gösterir. Bugün orkestrada kırık kolonlar, süsleme parçaları ve oymalı bloklar bulunmaktadır.
Agora
XIX.yy yazarlarının sözünü ettiği agora akropolün aşağısında ve tiyatronun doğusunda yeralırsa da görülecek pek az kalıntı vardır.
Hamam
Geç Roma dönemine ait hamamın kalıntıları tiyatronun doğusunda, Demre yolundadır. Kalıntılar bir selden sonra raslantı sonucu ortaya çıkmıştır. Hamamın batı cephesi 36 m. uzunluğundadır ve burada herbirinin ayrı kapısı bulunan üç tonozlu oda vardır. Hamamın doğusunda yeralan, diğer odaların arkasında ve onlara dik olan dördüncü odanın batı yüzünde nişler bulunur. Yapının kuzey yönü tamamen kapalıdır.
Akropol
Tiyatro ile mezarın olduğu güneybatısı az eğimli, kuzeydoğu ve doğusu oldukça dik tepenin üstü Myra’nın akropolüdür. Akropolde raslanan yapı temelleri ve sarnıç kalıntıları en eski şehrin burada kurulu olduğunu gösterir. 9.5 m. uzunluğundaki ve 4m. genişliğindeki düzgün çokgen bloklarla yapılmış M.Ö.5. yüzyıla tarihlenen Likya duvarları, daha sonra dörtgen Helenistik duvarlar, sonra basajlı Roma duvarları ve en son harçlı kırmataş Bizans duvarları akropolde görülebilir.
Surlar
Sura’da başlayıp Myra’nın liman kenti olan Andriake’yi de içine alıp Myra’ya ulaşan sur duvarlarının yapılış amacı Demre ovasını doğudan gelecek saldırılara karşı korumaktır. Duvarlara sık sık gözetleme ve haberleşme kuleleri yerleştirilmiştir.
Su Kanalı
Mezarların kuzeyinde ova zemininden 3 m. kadar yüksekte kayaya oyulmuş üzeri açık bir su kanalı görülür. Kanallar kent içinde tahtalarla ya da taş bloklarla örtülmüş olmalıdır. Kanal vadi boyunca takip edilebilir.
Likya Tipi Mezarlar
Myra Akropolis (Akropol) tepesinin etekleri güvercin yuvasını andıran mezarlarla doludur. Yoğunlaşmaları açısından iki gruba ayrılırlar: Tiyatronun doğusundaki ve batısındaki dik yamaçlarda yer alan Deniz Nekropolisi ve tepenin kuzeydoğu yüzündeki Irmak Nekropolisi. Mezarlar farklı tür ve boyuttadır. Genellikle ev tipi mezarlar, az sayıda da tapınak türü mezar vardır. Son derece sade olanların yanında özenli işçilikleriyle dikkat çekenler de vardır. Mezar içlerinde ölülerin yerleştirilmesi için yapılan sekiler boyutları da farklılıklar gösterir, hatta yatağa benzeyenleri bile vardır.
Mezarlardaki yazıtların çoğu Likya dilindedir. Deniz Nekropolünde mezarların arasında ortalarda yeralan alt alta iki mezar ve bunların yanındaki üçüncü mezardan oluşan bir grup ilgi çekicidir. Bu grubun en üstündeki mezarın üzerinde bulunan kabartmada bir divana (klineye) uzanmış bir adam, yanında oturan eşi, onların solunda silahlı üç adam (oğulları) gösterilmiştir. Kompozisyon daha ufak boylu insan figürleri de içerir. Bu Nekropolde bir diğer önemli mezar ise alınlığında sola doğru ilerleyen iki zırhlı adam kabartması olanıdır. Tasvirde sağdaki savaşçı diğerini zırhından tutmuştur. Bu gösterim Likya’ya özgü savaş ve kahramanlık sahnesidir.
Irmak Nekropolündeyse en önemli mezar Boyalı Mezar olarak adlandırılandır. Adından da anlaşılacağı üzere kabartmalarının boyaları yer yer kalmıştır. Kaynaklar şu anda kırmızı ve mavi zeminin görüldüğünü belirtse de Fellows adlı gezgin mezarda kırmızı, mavi, sarı ve mor renkler gördüğünü kaydetmiştir. Ev tipli mezarın içinde sağda ve solda sekilleri vardır. Önündeki düzlüğe yan tarafındaki bir merdivenden ulaşılmaktadır. En önemli özelliği 11 gerçek boyutlu insanı tasvir eden kabartmasıdır. Kapının hemen üzerinde elinde Kantharos tutan sakallı aile reisi, karşı duvarda çocuklarıyla beraber oturur halde anne, girişin yanındaki düzlenmiş kaya üzerinde tekrar aile reisi ancak bu kez bir komutan kıyafetiyle (pelerini ve asasıyla) resmedilmiştir. Mezarın sağındaki kayalarda 5 figür daha vardır. Burada yine anne görünür, ancak ayaktadır ve yanında elini tutan kızı vardır. Kayanın öbür yanındaki kompozisyondaysa ayakları çaprazlanmış, pelerinli, sivri şapkalı ve koltukalatına yerleştirdiği asasından destek alan bir genç iki eliyle tabut gibi bir kutuyu taşıyan örtülü bir kadına (hizmetkar gibidir) çiçeğe benzer bir nesne uzatmaktadır. Gencin arkasında tabuta benzer bir kutu tutan bir başka figür daha seçilir. Tüm kompozisyonlar bir araya getirilince mezarın ailenin evi gibi tasvir edildiği, içeride hayatları gösterilirken dışarıdaki bu son sahneyle ölümün ve cenazenin anlatıldığı ortaya çıkar. Yine Irmak Nekropolünde daha yukarılarda tapınak şekilli bir mezarın alınlığında bir boğaya saldıran arslan görülmektedir. Ayrıca iyon tarzı sütun başlarında arslan başları ve yanlarında dansçı figürleri vardır.
Tapınak Mezar
Myra-Sura yolunda Roma dönemine ait bu mezar tapınak formunda inşa edilmiştir. Basamaklı podyumun üzerinde yükselen yapının giriş kapısı oldukça yüksektir. İç odayı çevreleyen duvarların iç yüzlerine büyük nişler vardır. Bu duvarlardan kapının tam karşısında kalan güney duvarının önünde odacıklar şeklinde iki alçak taş mezar vardır. Bunların kapılarının mermer plakalarla kapatıldığı anlaşılmaktadır. Odanın orta alanının ölü yemeği töreninde kullanıldığı sanılmaktadır.
Ayrıca Demre’nin 4 km. güneyinde, Myra’nın limanı Andriake’de Hadrian Granarium’u (zahire ambarı) yer alır. Ölçüleri 36 * 45 m’dir. Yapının duvarında pek çok yazıt ve kabartma görülür. Orta kapı üzerinde Hadrian ve Faustina’nın büstleri tasvir edilmiştir. (Bugün buradan Kekova’ya tekne turları yapılıyor.)
AZİZ NİCHOLAS
NOELBABA NEREDE YAŞAMIŞ? AZİZ NICHOLASIN EFSANELERİ
Bütün dünyada Noel Baba olarak tanınan Aziz Nicholaos, Türkiye’nin Akdeniz kıyılarında önemli bir Likya kenti olan Patara’da doğmuştur.M.S. 300’e doğru Patara refah içindeyken kentte yaşayan zengin buğday tüccarının bir oğlu olur ve ona Nicholas adı verilir. Doğduğunda göğün bir hediyesi, ana-babasının dualarının ve sundukları adakların bir meyvesi, fakirlerin bir kurtarıcısı olarak dünyaya geldiğine işaret edilmiştir. Daha gençliğinde bile mucizeler yarattığına inanılır. Bu inanca göre inşa halindeki bir kilisenin yıkılmasıyla enkaz altında kalan Nicholas, annesi ağlayıp inlerken, üzerine yığılan taşların altından sağlam olarak kurtulmuştur.
Bir süre sonra babası öldüğünde büyük bir servetin tek mirasçısı olmuş ve servetini yoksullara yardım için harcamaya karar vermiştir. Bu sırada Patara’da önceleri çok zengin olan bir şahıs fakirleşmiş ve kızlarının çeyizini yapamayacak duruma gelmiştir. Çaresizlikten kızlarını satmayı bile düşündüğü bir anda, Nicholas durumu görerek onlara yardım etmeye karar verir. Kendini belli etmemek ve aynı zamanda gururlarını kırmamak için kızların evine gece gider. Onlar uykuda iken büyük kızın açık olan penceresinden çeyizine yetecek olan bir kese altını içeri atar. Sabah parayı bulan büyük kız çok sevinir ve kötü durumdan kurtulur.Daha sonra ortanca ve küçük kızın çeyiz paralarını da karşılamak isteyen Nicholas, pencereleri kapalı olduğu için bacadan atar. İşte Noel Baba’nın yılbaşında hediye bırakma öyküsü böylece doğar. İkonalarda ve resimlerde de Nicholas’ın üç altın top ile gösterilmesi bu yüzdendir.
Aziz Nicholas’ın yaşamıyla ilgili bir öykü de şöyledir; Nicholas hacı olmak üzere Kudüs’e gider. Geri dönüşünde fırtınaya tutulan gemiyi dualarıyla batmaktan kurtarır, ayrıca denize düşerek boğulan bir denizciyi de diriltir. O günden sonra Aziz Nicholas denizcilerin de koruyucu azizi olarak kabul edilmiştir.Nicholas bir müddet sonra Patara’nın komşu kenti Myra’ya göç eder. Myra Başpiskoposu ölmüş yerine geçecek kişi üzerinde anlaşma sağlanamamıştır. Bunun üzerine sabah kiliseye ilk gelen kişinin başpiskopos olması kararlaştırılır. Aziz Nicholas kiliseye ilk gelen kişi olarak başpiskopos seçilir. Burada da mucizelerine devam ederek üç generali ölümden kurtarır.
Diğer bir öyküsü ise şöyledir: O yıl Myra’da kıtlık çıkar. İskenderiye’den Byzantion’a mısır götüren bir filo Myra’nın limanı olan Andriake’ye uğrar. Nicholas hemen limana koşar ve her gemi başına bir miktar mısır vermelerini ister. Gemiciler Byzantion’a vardıklarında istemeyerek verdikleri mısırların yerlerinde olduğunu hayretle görürler.Hıristiyanlara karşı olan İmparator Diocletianus ve Licinius zamanında Nicholas da diğer Hıristiyanlar gibi bir ara hapsedilmiştir. M.S. 325 tarihinde Hıristiyanlık içindeki problemleri çözmek için İznik’teki (Nikaea) meclis toplantısına Myra Başpiskoposu olarak katılır. Yolda giderken bir handa öldürülerek salamura yapılmış üç çocuğu dirilttiği daha sonra Bonaventure adlı bir kilise adamı tarafından iddia edilmiştir. Ögrencilerin de koruyucusu olduğuna inanılan Aziz Nicholaos’un 6 Aralık 343’te 65 yaşında iken öldüğü sanılmaktadır. Myralılar onun adına bir kilise yaparak içindeki lahitte onu sonsuz uykusuna bırakmışlardır.
AZİZ NİCHOLAS KİLİSESİ
NOELBABA KLİSESİ
Aziz Nicholaos öldüğünde yapılan kilise veya şapel 529 yılındaki depremde yıkılınca daha büyük belki de bazilika tipinde bir kilise yapılmıştır. Peschlow, büyük apsisin güney tarafında eşit apsisli iki küçük mekân ile bugünkü binanın kuzey yan nefinin büyük kısmının bu ilk yapıya ait olduğunu tahmin etmektedir. Bu kilise VIII. yüzyılda deprem veya Arap akınlarıyla yıkılmış, daha sonra tekrar yenilenmiştir. 1034 yılında Arap donanmasının denizden yaptığı akınlarla tekrar harap olmuştur. On yıl harap durumda kalan kilisenin 1042’de Bizans İmparatoru IX. Konstantin Monomakhos ve eşi Zoe tarafından tamir ettirildiği kitabesinden anlaşılmaktadır. XII. yüzyılda binaya bazı ekler yapılmış, kilise tekrar onarılmıştır.
XIII. yüzyılda Türklerin eline geçen Myra’da, kilisenin serbestçe ibadet etmek için kullanıldığını ve kilisede bazı onarımların yapıldığını anlıyoruz. 1738’de büyük kilisenin yanındaki şapel tamir edilmiştir. 1833- 1837 yılları arasında Anadolu’yu gezen C. Texier, Myra’ya da uğramış ve kitaplarında kiliseden bahsetmiştir. Ondan on yıl kadar sonra 1842 yılı Mart ayında Teğmen Spratt ile Prof. Forbes de Myra’ya gelmiş, kilisenin bir krokisini çıkarmışlar ve kilisenin yanında bir manastırın olduğunu görmüşlerdir.
1853 yılında Kırım Harbi sırasında Ruslar kilise ile ilgilenmişler ve burada bir Rus kolonisi kurmak için Anna Golicia adındaki Rus kontesi adına toprak almışlardır. Ancak Osmanlı Devleti işin siyasî yönünü farkedince Rusların aldıkları toprakları geri almış, yalnızca kilisenin onarım istekleri kabul edilmiştir. Böylece 1862 yılında August Salzmann adında bir Fransız, Nicholaos Kilisesi’nin onarımı ile vazifelendirilmiştir. Bu restorasyonlar kilisenin aslını bozacak kadar kötü yapılmıştır. Bu restorasyon sırasında 1876’da bugün görülen çan kulesi de ilave edilmiştir.
Birçok kentin koruyucu azizi olan Aziz Nicholas’a adanmış iki bine yakın kilise bulunmaktadır. O’nun yaşam öyküsü ve mucizeleri birçok kitapta yer almış, ancak en eskisi 750-800 yılları arasında Byzantion’da Stadion Manastırı Baş keşişlerinden Michael tarafından yazılmıştır.
Şimdi biz Anadolu Bizans mimarisinin ilgi çekici bir yapısı olan St. Nicholaos Kilisesi’ni beraberce gezelim. Müze girişinden sonra taş döşeli yoldan aşağıya doğru inilir. İnerken Noel Baba’nın heykeli solumuzda yeşillikler içinde görülür.
IV. yüzyılda burada bulunan tek kubbeli kilisenin güneyine VIII. yüzyılda haç şeklinde bir şapel ile kuzey tarafına da eklemeler yapılmıştır. Ayrıca 1862-63 senelerinde de binaya dış narteks ile iç narteksin bazı kısımları ilave edilmiştir.
Binanın esas girişi batı yönünde olmasına karşılık biz gezi yönünde anlatmayı daha uygun bulduk. Bugün iki sütunu ayakta kalmış bir avludan bir iki basamakla Bizans Devri’nde ilave edilmiş güney nefine inilir. Haç biçimli bu bölümün doğu kısmında üç kemerli pencereye sahip bir apsis yer alır. Apsisin önünde orijinal stylobat ile ortasında altar kaidesi hâlâ görülür. Apsis nişinin içinde yer yer renkleri kaybolmuş ve belirsizleşmiş aziz figürleri vardır. Bunların altındaki küçük niş içindeki fresko Noel Baba’ya aittir. Bu bölüm ve esas kilisenin güneydoğu şapelinin tabanlarında farklı desenlerde mozaik panolar görülür. Batı yönünde merdivenlerin karşısındaki niş içerisinde İsa, Meryem ve Yohannes freskoları vardır.
Buradan iyi muhafaza edilmiş kapı çerçevesi bizi lahitlerin bulunduğu kısma, yani haç biçimli şapelin uzun kısmına çıkartır. Lahitlerin yer aldığı nişler içindeki freskolar bugün net olarak görülmese bile çeşitli aziz tasvirlerini içeren freskolar ile bezenmiştir. Kuzey duvarındaki ilk nişle sütunların üzerinde Meryem freskosu ilginç örneklerdir. Aziz Nicholas freskosunun bulunduğu ikinci niş sütununun ters konduğu yazılarından anlaşılmaktadır.
İkinci niş ile karşısındaki nişte bulunan lahitler sadedir. Burada nişler içindeki lahitlerden başka yerde iki mezar daha bulunmaktadır. Buradan bir kapı ile kilisenin iri blok levhalarla döşeli avlusuna geçilir. Avluda ise bir niş içerisinde boşaltılmış iki mezar bulunur. Avludan önce dış nartekse, sonra üç kapı ile ana mekâna (naos) açılan iç nartekse geçilir. Burası gruplar halinde piskoposların resmedildiği freskolarla süslenmiştir. Buradan geçilen esas mekân üç kemerle yan neflere açılır. Ana mekânın güneyinde iki nef vardır. İkinci nefte niş içindeki lahitin Aziz Nicholas’a ait olduğu söylenir ise de bu yapıda bulunan kaynaklara göre “önü mermer parmaklıklarla kaplı bir nişte bulunan Aziz Nicholas’ın düz ve sade mermerden yapılmış lahti” yapının yüzyıllar boyu saygı görmesine neden olmuştur. Ancak gerçek lahitin nerede olduğu hiçbir zaman anlaşılamamıştır. 1087 yılında, Haçlı Seferleri sırasında bir grup italyan Aziz Nikolas’ın kemiklerini Bari şehrine götürmüşler. Rivayete göre, sarkofaj açıldığında çok güzel olan bir koku ile karşılaşılmış. Kaynaklarda bu koku için myrrh terimi kullanılmaktadır. Anlamı lavanta yapımında kullanılan bir çeşit sakız olarak bilinmektedir. Aziz Nikolas’ın kemiklerini İtalya’ya götüren kişiler mezarı bazilikanın taş taban döşemesinin altında bulduklarını söylemişlerdir. Eğer bu doğru ise ya lahit orijinal yerinden oynatılmıştır, ya da bulunan yanlış bir lahittir. Öte yandan, IX.yy’da bir papaz Aziz Nicholas’ın tabutundan aldığı myrrh şişelerinin ailesini koruyacağına inanmıştır ki bu da bize mezarın yerin üzerinde olduğunu gösterir. Her ne kadar kilise gerçekten Aziz Nicholas’ın kilisesiyse de ziyaretçilere gösterilen mezar Aziz Nicholas’a ait değildir, çünkü görülen lahit son derece süslü, kırık parçaları özensizce biraraya getirilmiştir ve lahit kapağında evli çift yatmaktadır.
Yan nefin karşısındaki niş içerisinde ise birbaşka mezar vardır. Kuzey nefin kubbesinde Hz. İsa ve 12 havarinin freskoları bulunur. Yanda ise yan nefin kazısı yapılmaktadır. Bu kazının yapıldığı nefin batı kısmında ise üç oda bulunur. Binanın ortasında pencereli ve kasnaklı bir kubbenin olması gerekirken, Salzmann yaptığı tamir sırasında mekânın üstünü kapatarak, kesme taştan kaburgalı büyük bir çapraz tonoz kullanmıştır.