Antalya Alanya Side

Antalya gezilecek yerler. Pamfilya neresi? Pamfilya bölgesi neresidir? Pamfilya tarihi. Antalya ili gezilecek yerler neresi? Antalya kim tarafından kurulmuş?
Antalya’nın kuruluş efsanesi

Antalya Tarihi

Antalya Yat limanı ve eski kent merkezi
Antalya Yat Limanı

Antalya ili; eski küçük Asya’daki Antik bölgelerden Pamfilya’nın tamamını; Pisidya, Kilikya ve Likya’nın bir bölümünü kısmen içine almaktadır. Birbirine komşu olan bu Antik Çağdaki Bölgeler, aynı tarihli olaylara sahne olmuşlar ve Küçük Asya Tarihi’nde çok az rol almalarına karşılık ,geride büyük birer kültür izi bırakmışlardır.


Antalya Pamfilya Bölgesi Tarihi

Hititlerden önceki ,yani İÖ 2 binden evvelki devirlerde bu bölgedeki durumun ne olduğu hakkında şu ana kadar kesin bilgiler yoktur. Ancak Türk Tarih Kurumu’ndan Prof. Dr. İ.Kılıç Kökten tarafından Antalya’nın kuzeybatısında Yağca köyü civarındaki Karain Mağarası’nda yapılan araştırmalarda Paleolitik(Yontulmuş Taş) devrine ait çakmaktaşı aletlere, hayvan hatta insan kalıntılarına rastlanmıştır.Aynı şekilde, Antalya’nın 25 km batısında keşfedilen Beldibi mağarası bölgedeki Tarih Öncesi Devirleri’ne ışık tutacak niteliktedir.Yine bu bölgede bilinen ,ancak henüz araştırılmamış höyüklerin yüzeyinde elle yapılmış, siyah ve kırmızı renkte çanak ve çömlek kalıntıları bulunmuştur.Bu eserler Antalya’nın kuzeyindeki Göller Yöresindeki höyüklerde bulunan Paleolitik ve Bakır Çağı vazolarına benzediğine göre bölgenin, bu erken devirleri de yaşadığı bir gerçek olabilir.

Bu Tarih Öncesi Devirleri’nden sonraki Tarih Devirleri’nin ilk evreleri hakkında elde aydınlatıcı bilgi yoktur.Ancak Hitit’lerin bütün Küçük Asya’yı  içine alan büyük bir krallık kurdukları ve ikinci bin yılın son yarısında Hitit yazılı belgelerinde sözü edilen Ahiyiva’nın ( ya da Arzava’nın)bu bölge içinde olduğu ileri sürülmektedir.

Bölgenin Grek tarihine gelince ,diğer bir çok yerlerde olduğu gibi Truva Savaşları sırasında başlamaktadır.Homeros’un İlyada Destanı’nda Plepoden Sarpedon arasındaki bir konuşmada Sarpedon Likya’nın öğütçüsü olarak gösterilmekte, yine aynı söylencede Tydeoğlu Diodemes ve Hipolokoğlu Glaukos arasında geçen bir konuşmada Glaukos, Likya’da Bellerafontes’in Chimera adındaki doğaüstü bir yaratıkla giriştiği korkunç mücadeleden söz edildiğine göre , antik kaynaklarca Truva’nın düşüşü olarak kabul edilen İÖ 1184’ten önce bu bölgede bir yerli halkın varlığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.Ancak bu devirler ya da halkı hakkında yeterli bilgi olmadığı için bölgenin Grek Tarihi’ni Truva’nın düşüşünden sonra başıboş bir grubun Anadolu’nun güneyine inerek çoğunluğunun Pamfilya’ya ,geri kalan kısmının da Kilikya’ya geçerek orada yerleştikleri tarih olduğu kabul edilen İÖ 1100 yılında başlatmak gerekmektedir. Mophos, Kalchas ve Amphilocos adlarındaki üç kişi bu göçün öncüleri olarak gösterilmektedir.Ancak bu kişiler hakkında Perge’deki birkaç heykel kaidesindeki yazıtlar dışında başka belge yoktur.Bunlar olsa olsa Perge’nin sanal kurucuları olmalıdır. Çünkü eski kaynakların bazıları, Kalchas’ın Mophos’a karşı yaptığı bilgi yarışmasında, yenilgi sonucu üzüntüden daha Klaros’da öldüğü Pamfilya’ya asla ulaşamadığını kaydetmektedir. Yine bazı kaynaklar Mophos ve Amphilochos’tan; onların Kilikya’ya geçtiklerini ve orada Mallos kentini kurduktan sonra aralarında bir anlaşmazlık sonucu bir düelloda birbirlerini öldürdüklerini anlatmaktadır.

Pamfilya ‘Irkların Ülkesi’ anlamına gelmektedir. Böyle Grekçe isimli bölge Küçük Asya’da çok azdır.Belki de bölgeye karışık ırklara ait toplulukların yerleşmelerinden dolayı bu ad verilmişti. Kentlerin kuruluşlarını sürekli mitolojik bir olayda aramayı bir gelenek haline getiren Grekler, Pamfilya isminin Mophos’un kızı Pamphilia veya üvey kızkardeşi Pamhyle’ye bağlayarak verilmiş olduğu savını benimsemişlerdir.Buna karşılık Plinus, Pamfilya’nın eski adının Mopsopia olduğunu bildirmektedir.Fakat Pamfilya’nın hakları tarafından bırakılan eserler, özellikle Mophos’a ait olanları bunu doğrulamaktadır.Buradaki gerçek kendini sikkelerde ve yazılı taşlarda gösterdiği gibi, Pamfilya’daki Grek Ağzı, Dor göçünden önceki Atina ile sıkı bir ilişki göstermektedir. Truva Savaşları’ndan yüz yıl sonra gelen ,Yunanistan’ın büyük bir bölümüne yayılan ve Pelepones’i egemenliği altına alan Dorlar, kendi ağızlarını da beraberlerinde getirmişlerdir.

Yunanistan’dan gelen bu ilk göçü, sonraları İÖ 7.yy da ikinci bir göç izlemiş ;Yunanistan ve küçük Asya’nın batı kıyılarında İyonya ve Aiolis adını taşıyan bölgelerde oturan Grekler  Pamfilya’ya doğru etki ederek Perge, Aspendos ve Side gibi sömürge kentlerini oluşturmuşlardır.

Yukarıda Pamfilya Ağzı’ından söz edilmişti.Aslında eldeki belgeler, İÖ 200 yıllarına ait Silyon’daki kapı desteklerinin üzerindeki tek uzun bir yazıttan doğmaktadır. Perge, Aspendos ve Silyon’da aynı tarihlerde özel adlar dışındaki form ve harflerde aynı özellikler görülmektedir.Bu da bize İÖ 2. yy’a kadar bu üç kentte ortak bir Ağız’ın konuşulduğunu göstermektedir.Yalnız Side buna uymamaktadır.Side’de henüz çözülememiş bir dil ve alfabe kullanılmıştır. Büyük İskender’in bu bölgeleri ele geçirişinden sonra, buralarda konuşulan bölge ağızları yavaş yavaş kaybolmuş ve yerine ‘Koine’ olarak adlandırılına Grekçe’ye  terk etmiştir.

Antalya Bölgesi’nin Greklerce yurtlanmasından sonraki 500-600 yıl, adeta bir karanlık devri oluşturur.Edinilen kısa bilgiler, bu yıllarda meydana gelen olayları ayrıştırmaktan uzaktır. İÖ 6.yy.dan başlayarak Lidya Kralları topraklarını ,Batı Küçük Asya’ya kadar genişletmek istemişlerdir.Bu krallardan sonuncusu olan Krezüs, herhangi ekonomik fayda görmediği Likya ve kilikya dışındaki tüm toprakları ele geçirmiştir. İÖ546 da Pers Kralı Kyros tarafından Kreüs yenilince, bütün Lidya Krallığı Perslerin eline geçmiştir.Pers Kralı 1.Darius tarafından gerçekleştirilen Satrap’lık bölüşümünde bu bölge ,1. Satraplığın içine alındı. Aspendos, Side gibi bazı kentlerin sikke bastırmayı hala sürdürmüş olmaları, Pers egemenliği altında bu kentlerin oldukça geniş anlamda bir bağımsızlığa sahip olduklarını göstermektedir.

Persler, İÖ479’da Grekleri, Salamis ve Plataia’da toplu kırım halinde yenmişlerdi. Bu olay Ege’de ve Anadolu’nun batısında yaşayan bütün kentleri, Atina yönetiminde kurulan bir Attika-Delos Birliğine katılmaya zorladı. Yalnız güney kıyılarındaki Likya, Pamfilya ve Kilikya buna katılmayıp, sürekli Pers askeri birliklerini kentlerinde bulunduruyorlardı. Xerses İÖ 469’da Aspendos yakınlarında bir ordu toplamayı başarmış ve aynı yıl içinde Atina komutanı Kimon,güney sahillerinde başarılı savaşlara girişmişti. Kimon, Karia ve Likya ‘da Perslerin ellerinde bulundurdukları kentleri aldı ve onları buradan çıkardı. Daha sonra Eurymedon Nehri ağzında (bugünkü Köprüçayı) karışık düşman kuvvetlerine saldırdı. Uzun ve güç koşullarda karaya çıkarak, karadaki düşman ordusuna saldırmak için geceyi bekledi. Pers donanması büyük bir bozgunluk ve başıboşluk içinde olduğu için, Kimon bir savaş hilesini denedi. En iyi adamlarına Pers esirlerinin elbise ve başlıklarını giydirdi ve onları Pers esirleri görünümüne soktu.Böylece yağma edilince Pers gemilerine binen bu düzmece Pers askerleri karaya çıktılar. Bunu gören karadaki Pers birlikleri, onları serbest bırakılan savaş arkadaşları sandıklarından büyük  sevinçle göğüslerine basarken, bu kez kimon geride kalan askerleri ile arkadan atılarak, bir zafer daha kazandı. Bir günde elde edilen bu çifte zaferden sonra Kimon için Atina’da adına heykel dikildi. Sonuç olarak Pers tehlikesi ortadan kalkmış ve güneydeki bazı kıyı kentleri Atina Deniz Birliği’ne katılmıştır.

Pelepones Savaşları’na kadar, bir yüzyıldan daha az süren özgürlükten sonra, İÖ 386’da Persler, Ispartalılar’ın yönetimine geçmiş olan Attika Delos Deniz Birliği’ni ele geçirdiler ve böylece barışa zorlanan Grekler Küçük Asya’daki bütün kentleri Perslere vermek zorunda kaldılar.

Bu değişikliğin Pamfilya bölgesini nasıl etkilediği konusunda bir şey söylenemez.Bu ancak Pers egemenliği  altında Aspendos ve Side’nin daha önce İÖ 5.yy.da sahip oldukları, kendilerin ait sikke basımı için yeniden izin koparmaları, Pers yönetiminin kolay dayanılabilecek nitelikte olduğu fikrini vermektedir.Fakat Perslerin en çok önem verdikleri konu, vergilerin zamanında ödenmesi olmuştur.

Perslerin bu ikinci egemenlik devri, Büyük İskender’in İÖ334 yılında Pers egemenliğini koparmak ve Greklerin daha önce uğradıkları haksızlığın öcünü almak üzere Küçük Asya’ya geçmesine dek sürmüştür.

Büyük İskender’in Batı Anadolu’dan başlayarak güneye doğru inen seferinde ,savunmalarını kendi orduları ile yapan kentler fazla direniş göstermeden teslim oldukları için, kış mevsiminde B. İskender direniş görmeden Likya’ya kadar sokuldu.Teker teker kentlerin yönetimini ele aldıktan sonra ilkbahardan önce Pamfilya’ya vardı.Daha o devirde Antalya kenti kurulmadığı için Pamfilya içinde ilk uğrak Perge oldu.

Pergeliler kendisini dostça karşıladılar. Çünkü Pergeliler daha önce Likya’da kendisine rehberlik etmişlerdi. B.İskender ,buradan doğuya doğru ilerlerken yolda Aspendoslular’ın elçileri ile karşılaştı.Elçilerin söylediklerine göre ,Aspendos kendisine direniş göstermeyecekti. Ancak istedikleri Aspendos’ta bir Makedonya Askeri birliği bırakılmaması idi.B.İskender isteklerini onayladı; fakat buna karşılık ordusuna sürekli Pers kralına gönderdikleri atlarla 50 adet altın Talent(1Talent=30,2 kg)vergi şart koştu. Elçiler bu koşulları kabul ettikleri için B.İskender Aspendos’a uğramadan Side’ye yoluna devam etti.

Side’de hiçbir direnişle karşılamayan B.İskender ,orada yaşayan Greklerin kendi dillerini unutarak yerli halkın diliyle konuştuklarını göründe çok sinirlendi ve  halkın yeniden Grekçe öğrenmesi için Side’de öğretmenler görevlendirdi. Bunsan sonra B.İskender tekrar batıya, Silyon’a yöneldi. Burada ilk kez bir direnişle karşılaştı. Hazırlıksız yaptığı bir saldırıdan sonuç alamayınca, ikinci bir saldırı hazırlığı içinde iken, Aspendos’tan birtakım hoş olmayan haberler kendisine ulaştı.Aspendoslular elçilerin kabul ettiği koşulları yerine getirmek istememiş, bunun yanısıra bütün varını yoğunu Akropolis’e taşımışlar; kalenin yıkık bölümünü onararak ,direniş için her şeyi hazırlamışlardı.B.İskender Silyon’u ele geçirmekten vazgeçerek ,bütün ordusuyla Aspendos üzerine yürüdü ve kentin aşağı mahallelerini ele geçirerek ,asıl kentin bulunduğu Akropolis’i kuşattı. Aspendoslu’lar, B.İskender’in bir kez batıya yöneldikten sonra tekrar geriye dönmesini hiç olası görmemişlerdi.

Bugüne kadar B.İskender hiçbir yenilgiye uğramadığı için, Aspendoslular korktular  ve teslim olmayı en iyi sonuç olarak kabullendiler. Bu yeni koşullara göre: Aspendos yıllık 100 altın talent vergi, her yıl Pers krallarına ve 4000 seçme at ve kentin ileri gelenlerinden bazıları rehin olarak verilecek, bir Makedonya askeri birliği kentte bırakılacak ve B.İskender’in seçeceği bir valiye boyun eğdirilecekti. Aspendoslular bu koşulları kabul etmekten başka seçenek bulamadılar.

B.İskender’in bu bölgeyi ele geçirmekteki amacı ,Küçük Asya’nın güney kıyılarını Perslere karşı bir deniz üssü olarak kullanmaktı. Silyon’u ele geçirmesinde fazla bir yarar göremeyen B. İskender Silyon’a saldırmadan Perge’ye döndü. B.İskender’in Gordion’da Parmenion’un yönetiminde ordusunun diğer bölümü vardı.Her ikisinin buluşma yeri olarak Gordion kararlaştırılmıştı.

B.İskender’in generallerinden Ptolemaios’un raporlarından faydalanarak bir kitap oluşturan Arian ‘Yolu Termessos üzerinden geçiyordu’ diyor.Frigya’ya geçmek isteyen B.İskender için bu yol ne kolay ne de kısa idi ayrıca Termessoslular tarafında kapatılan tehlikeli geçitlerden biri olan Yenide boğazı’nı geçmekte direndi. Termessos’un soyguncularında çok rahatsız olan ve ele geçirilmesini isteyen Pergeliler tarafından bu yanlış yola sevk edildiği belirtilmiştir.

Arian’dan, B.İskender’in geçitteki alt savunma yerlerini ele geçirerek kenti almayı düşündüğü sırada; Selge’den bazı elçilerin gelerek ona dostluklarını bildirdiklerini öğreniyoruz. B.İskender de kenti almaktan vazgeçerek Sagalassos’a ilerlemiştir.

Bu bölge, İÖ 323’te B.İskender’in genç yaşta ölümü ile ortaya çıkan ve geniş bir İmparatorluğu parçalamak yolunu izleyen generallerinden Antiogonos’un yönetimi altına geçmiştir. Fakat Antiogonos’un yenilgisi ve ölümü ile sonuçlanan İpsos savaşından sonra (İÖ 301)Antalya Bölgesi Selevkosların Asya Krallığı ile Ptolemaislar arasında sık sık el değiştiren bir bölge olmuştur.

Suriye Kralı 3.Antichios’un Romalılar tarafından yenilmesiyle İÖ 189 yılında Romalı Komutanlardan Manilius Pamfilya’ya gelmiş ve bazı kentlerden haraç almıştır. 188 yılında imzalanan Apameia (Dinar) barış antlaşmasından sonra bölgenin, Roma’nın yandaşı Bergama Krallığı’na bırakılıp bırakılmadığı kesin olarak bilinmiyor. Ancak bir süre sonra Pamfilya’nın batısı(bugünkü Antalya kenti) Bergama kralı 2.Attalos tarafından ele geçirilmiştir. 2.Attalos’un dikkatli bir politika yürütmesi gerekiyordu. Çünkü egemenliklerini bir zamanlar Manileus’tan para karşılığı satın almış bulunan kentler Roma’nın bir zamanlar koruyuculuğu altında idi. 2. Attalos Romalılar için önemli bir liman kenti olan Side’yi almaya cesaret edemedi ve kenti adıyla adlandırdığı –bugünkü Antalya-yeni bir liman kenti kurmak zorunda kaldı.

Son Bergama Kralı 3. Attalos İÖ 133’de çocuksuz ölünce, Bergama Krallığı vasiyet yoluyla Roma’ya geçti. İÖ 129’da Küçük Asya eyaletinin kurulmasından sonra Pamfilya’nın, bu eyaletin yönetimine katıldığı bilinmektedir. Böylece bu bölgenin, gittikçe büyüyen deniz korsanlarının, Roma’nın yararlarına karşı çıktığı günlere kadar özerk bir bölge olarak bırakıldığı sanılmaktadır.


Antalya Roma Devri

Roma Dönemi Antalya Hıdırlık kulesi
Antalya Hıdırlık Kulesi

İÖ 167’den donra Romalılar Delos adasını ‘Açık Liman’ olarak açıkladılar. Bunun sonucu olarak birden orada büyük bir esir pazarı oluştu. Fakat korsanlar zamanla Romalıların ticaret işlerine de karışmaya ve Küçük Asya Eyaletinin kıyı kentlerini yakıp yıkmaya başladılar. Ünlü Markus Antonius’un dedesi Markus Antonius bir filo ile bunlara saldırdı ise de, yeterli bir sonuç  alamadı. Buna karşılık korsanlar kızını esir ederek ondan öçlerini almakta gecikmediler. Bu zaman içinde Romalılar Kilikya eyaletini kurdular. Bu eyalet, Pamfilya’yı da içine alıyor ve bu ad herhalde hedef orası olduğu için verilmişti. Çünkü ‘Kilikya’ halk arasında anlamına göre ‘korsan bölgesi’ demekti.

Yeni Eyaletin ilk valileri tam deyimi ile ‘vurguncu’ idiler.Bunlardan Dobella ve yardımcısı Verres, halktan sızdırdıkları parayla kalmayıp, Aspendos ve Perge’deki tapınaklardaki değerli eşyaları aldılar heykelleri söküp götürdüler. Bütün valiler Cumhuriyet devrinde Eyaletleri, gelir getiren bir kaynak olarak görüyorlardı.

İÖ 88 yılında Pontus Kralı Mithridates bütün Romalıları Küçük Asya’dan çıkarmayı başladı. Ancak bu yönetim uzun sürmedi ve Augustus tarafından bütün krallığı Küçük Asya’dan çıkarıldı.

Bu sırada deniz korsanlığı, yalnız Kilikya’da değil Antalya’nın batı kıyılarında da hiçbir engel görmeden ilerlemişti. Deniz Korsanlarının başı Zeniketes adındaki korsan, Olympos kentini alarak oraya üslenmiş ve bütün bölgeye egemen olmuştur.

İÖ 78 yılında Roma tarafından görevlendirilen Servilius Vatia, kendinden önce gelip geçiş valilerin tam tersi idi. Bir deniz savaşında korsanları yenerek Olympos’u ele geçirdi ve umutsuzluk içinde kalan Zeniketes evini ateşe vererek ailesi ile birlikte intihar etti. Deniz korsanlarının  kökü tam kazınmamıştı.

İÖ 67’de Pompeius büyük bir yetki ile buralara geldi ve nihayet korsanlığı sona erdirdi. İS 43’de İmparator Claudius tarafından ülkenin tam bir kuruluşu yapıldı. Bu yıl içinde şimdiye kadar bağımsız olan Pamfilya; Likya ile birleştirildi ve yeni eyaletin adı Likya-Pamfilya oldu. Roma İmparatorluğu, Doğu Eyaletlerine yalnız iyi şeyler getirdi.

Roma İmparatorluğu Yönetimi altında bu bölge, İS 2. ve 3. YY’in ilk yarısında çok büyük bir gelişme geçirmiş, kalıntıları bugün bile bizi şaşırtan kentler genişlemişti. Özellikle uzun Pax-Romana (Roma barışı) devrinde, savaşların neden olduğu boşa giden harcamalar yoktu. Devlet devletten çok, ad ve övünç yarışında olan zengin vatandaşların yaptırdıkları anıtsal binalarla kentler süslenmişti. Özellikle bu gibi kentler ,sikkelerin üzerlerine ‘bağımsız’, ’Roma müttefiki’, ‘Pamfilya’nın Metropolis’i’ şeklinde ve buna benzer yazılarla adeta zoraki bir övünç oluşturmak uğraşısına girişmişlerdi. Ayrıca imparator adına özel bir izinle inşa ettirilen imparator tapınakları ayrı bir övünç nedeni idi. Hatta o devirde kent yönetiminde yahut bir tapınakta görev alabilmek için, içinde bulunduğumuz devrin aksine, devletten maaş almak şöyle dursun, devlet katında bir memurluk yapabilmek için, para olarak büyük bir ödemede bulunmak zorunluluğu vardı. Ayrıca bazı kent zenginlerinin, çeşitli yırtıcı hayvan karşılaşmalarının giderlerini üzerlerine alması ve halka bazı mevsimlerde para ve yiyecek malzemesi dağıtması, o kişinin asilliğinin göstergesi idi.

Trian’dan Markus Aurelius’a kadar süren ve İyi İmparatorlar Devri olarak nitelendirilen devirde,  hayat standardı çok yüksek bir düzeye ulaşmıştı. Ancak  3. YY’dan başlayarak gerek Roma İmparatorları’nın çoğunun yönetimdeki yetersizliği, eyaletlerdeki Roma otoritesini kaybettirdi. Bölgenin kuzeyinde yaşayan halk, kıyılara vurgunlar düzenledi. Genellikle 3. ve 4. YY’da Pamfilya için kötü devirler oldu.


Pamfilya Antik Kentleri

(yeni ve eski adları ile)

  • Antalya (Attalia / Adalia / Sadalya)
  • Belkız (Aspendos)-(Livri)
  • Lara (Magydos)
  • Arapsuyu (Olbia)
  • Side (Side)
  • Perge (Perge)
  • Yanköy (Silyon)

Pamfilya’nın komşu Bölgeleri

PİSİDYA

Antalya ilinin kuzeyindeki dağlık bölgeyi içeren eski Pisidya bölgesi ,bugünkü Burdur ve Isparta ili topraklarını da kapsamaktadır.


KILİKYA

Dağlık Kilikya olarak adlandırılan ve Side’nin doğusunda kalan bölge. Alanya (Coracesion) bu bölge sınırları içindeydi. Grekler tarafında dağlık ve ovalık Kilikya diye ikiye ayrılan bu bölgenin adı Hitit’lerdeki adı ile Kizzuvatna idi. ‘Kilik’Grekçe’de korsan, çete anlamına geliyordu. Anadolu ilkçağ tarihinin bilinmeyen dönemleri sonunda İÖ 2. binyılda ortaya çıkan bu adın, aynı yörede yaşayan luvi halkı ilgili olduğu  sanılmaktadır.Kilikya bölgesine ait ve Antalya il sınırları içinde kalan önemli Kilikya kentlerinin başında Alanya Kalesi’nden  sürekli söz edilmektedir.Alanya’dan Kaldıran çayına kadar uzayan kıyı bölgesinde birçok antik kent kalıntısı vardır.


Antalya Kent Tarihi

Yaygın bir inanışa göre bundan 2000 yıl önce Bergama Kralı 2. Attalos en gözde akıncılarını yeryüzünde bütün hükümdarlarının gözünün kalacağı  bir yer bulmaları için yollar.Bergama akıncıları Çubuk Beli’ni aşıp Toroslardan aşağı inince  Antalya’yı bulmuşlar.Ve burada daha sonra kurulan şehre Kral Attalos’un adına izafeten ‘Attalia’ ismini verdiler. Kent, Bergamalıların elinden çıktıktan sonra da bu isimle anıldı.Türkler gelip buraya yerleştikten sonra ‘Attalia’nın adını sırası ile ‘Stelai’, ‘Satalya’ ‘Adalya’ ve ‘Antalya’ olarak değiştirdiler.


Antalya’da Roma ve Bizans Dönemi

Pamfilya Antalya Tarihi Hadrian Kapısı

Antalya’nın kuruluş hikayesi

İÖ 2. YY’da Bergama kralı 2. Attalos tarafından kurulan Antalya kenti, Bergama Krallığı’nın vasiyet yoluyla Roma İmparatorluğu’na geçmesiyle (İÖ 133), Romalıların egemenliği altına girdi. Ancak bu tarihlerde bütün bu kıyılar korsanların elindeydi. Antalya, İÖ 79 yılında Roma İmparatorluğu, Pompeius’un Komutasındaki donanma korsanları buradan temizledikten sonradır ki, egemenliğini bölgede tamamen kurabildi. İS 395’te Roma imparatorluğu ikiye ayrılınca, Antalya ve dolayısıyla tüm bölge Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans İmparatorluğu) sınırları içinde kaldı. İS 4. YY’ın başında Antalya’daki tüm Hıristiyan cemaati büyüdü ve Antalya bir Hıristiyan kenti haline dönüştü.İsmi biline ilk piskopos İS 342/343 yılında Antalya kilisesinin temsilcisi olarak Serdica’daki (bugünkü Sofya) Synod’a (kilise konferansı)katılan Pantagus’tur. Bu devirde Antalya, Doğu Akdeniz’in en işlek limanı ve en belirgin  avantajı onun doğunun kapısı olarak ulaşımdaki uygun yeri idi. İS 4. YY’da Antalya eski Roma kenti sur duvarları tamir edildi ve daha sonra kent, Hıristiyanlığın Anadolu’da yayılmasında rol oynayan Antalya, doğunun lüks malları baharat, tekstil, kıymetli taşlar, cam, metal işleri) için bir aktarma merkezi ve arama istasyonu haline geldi.

Pamfilya Bölgesi, Bizans döneminde iki kilise eyaletine bölünmüştü. Doğu Pamfilya Side Metropoliti’ne,  batı Pamfilya ise Perge Metropolitine bağlıydı. Perge bu  konuda en büyük rakibi idi. Antalya 541/542 yıllarında Suriye’den gelen veba salgınında büyük zarar gördü. Bu yıkıcı salgınla kent çok sayıda halkını kaybetti.

Kentte oturan küçük bir Yahudi topluluğunun Müslüman ülkelerinde oturan Yahudi toplulukları ile ilişki içinde olması, ticareti büyük ölçüde hareketlendirmişti. Bunun yanı sıra Antalya’da, sınırsız ticaret hakkı ve vergi muafiyeti vardır. 1083/1084 yılında kent piskoposluğu da İmparatorluk emriyle Antalya Kilise Metropolisliği oldu ve bu andan itibaren Antalya, Perge/Silyon metropolitlerinin emrinden çıkmış oldu. Bunun sonucu olarak kent, daha da gelişti ve parladı. 10. YY’a ait bir yazılı kaynakta Imparator I. Konstantin’in (İS 306-337) bir sanat eserini Antalya’dan (Stelai) İstanbul’a getirttiğinden bahsedilmektedir.

7. YY Arap akınlarını ve İslamiyet’in yayılmasını başlangıcı oldu. Bu akınlar Antalya ve Pamfilya için ekonomik bir gerileme getirdi. Bizans ve İslam donanmaları arasındaki Zatü’ş-Şenari savaşı, 652’de Antalya önlerinde yapıldı ve Bizans’ın yenilgisi ile sonuçlandı.Bizans imparatorluğu ardı ardına eski eyaletleri Mısır, Suriye ve Klikya’yı Emevi Araplarına  kaybedince, Pamphylia’dan (Pamfilya) önemli ölçüde kazanç sağlayan Akdeniz ticareti çok zayıfladı. 9. YY’a kadar süren bu ekonomik ve politik karanlık dönemde Antalya, diğer Myra, Perge, Side, Koloronos gibi kıyı kentlerine oranla artan bir önem kazanır.Bununla beraber kent, Diğer Pamfilya kıyı kentleri gibi Arapların deniz saldırıları tehlikesiyle karşı karşıyadır. İmparator Leon3 (717-741) Arap saldırılarına karşı ,Anadolu’yu askeri ve sivil güce sahip başkomutanları olan büyük askeri bölgelere ayırdı.Antalya amiralliğin kurmay karargâhı ve eyalet merkezi haline getirildi. Bu karar  geleneksel eyalet merkezleri olan Side, Perge ve Myra’ya zor geldi. Bu kararın alınmasında çeşitli nedenler rol oynuyordu.Side limanı devamlı kumla dolmaktaydı. Perge 7. YY’in başındaki bir depremle hasar görmüştü. Myra ve onun limanı Andriake, Antalya kadar trafiğe müsait değildi.Arap akınları 8-9 YY’larda da devam etti  Anadolu’nun birçok antik kentleri yerle bir edilip talan edildi. Mardaiten Hristiyan etnik grubu, 8. YY’daki Arap baskınlarının etkisiyle Lübnan dağları ve Amanos dağlarından Pamfilya’ya göçtüler ve Bizans İmparatoru II.Justinine tarafından Antalya’ya yerleştirildiler. Antalya kentinin 75 km doğusunda bulunan Side kenti de bir saldırı sonucu yakılıp yağmalandı, canın kurtaranlar soluğu Antalya’da aldılar ve oraya yerleştiler.

Terk ettikleri yurtları Side’ye ‘Eski Antalya’ adını verdiler. Bu isim 1970’li yıllara kadar kullanıla gelmiştir. Side adını ise ancak o zamanlar arkeologlar bilirdi.

10. YY’a gelindiğinde Antalya’nın önemi daha da artmış ve Antalya bu dönemde imparatorluğun önemli kentlerinden biri haline gelmişti. Kent, 904 yılında Suriyeli bir Arap donanması tarafında fethedildi ve binlerce vatandaş önce köle olarak Girit’e sonra Suriye’ye götürüldü. Yeni saldırılardan korkan Bizans  İmparatorluğu Antalya’da yeni sur inşaatına girişti. 10. YY’ın ortasından itibaren Bizans İmparatorluğunun tekrar güçlenmesiyle Antalya tekrar eski önemine kavuştu.

Ancak 11. YY’ın sonlarına gelindiğinde kentin durumu tekrar kötüleşmeye başlamıştır. Malazgirt (1071) savaşından sonra Anadolu yaylalarının Selçuklular tarafından  alınması ve Batı Anadolu’da küçük Selçuklu hükümdarlıklarının kurulması, Antalya’nın geçici olarak İstanbul ile bağlantısını zorlaştırmıştır.Bizanslılar ve Anadolu Selçukluları arasındaki politik tartışmalar, Selçukluların yöreye yaptığı seferler, kentin ekonomik durumunu zorda bıraktı ve tarlaların işlenmesi tehlikeye girdi.Kentin ihtiyacı olan erzak deniz yoluyla getirtilmeye çalışıldı ve idareciler kenti yaşanabilir durumda tutmak için zaman zaman Selçuklulara harç bile ödediler.

Antalya kentinin Türkler tarafından ilk alınışı, 860 yılında Türk Amirali Karinoğlu Fazl’ın kumandasındaki Müslüman donanması tarafından olmuştur. Ancak kent kısa bir süre sonra tekrar Bizanslıların eline geçmiştir. Bu sıralarda Selçuklu akıncıları, Bizans topraklarında at koşturmaktadır.İmparator Romen Diogenes büyük bir endişe içindedir.Bu akıncılara karşı koymak için doğu sınırına hareket eder. Ancak 1071 Malazgirt’de bozguna uğrar.

Antalya, 1085’de Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafında fethedilir. Ancak Antalya, güneyde önemli bi liman kentidir. Bizans İmparatoru Alexius Komnenos 1103 yılında Antalya’yı tekrar ele geçirir. Bir süre sonra kent, tekrar Türkler tarafından fethedilir. Bu fetihten sonra 1120 yılında kent, İmparator Ioannis Komnenos tarafından geri alınır.Halı Seferi’nin orduları Ocak 1148’de Antalya’ya girer.Türkler  kuzeyde Toros Dağları’nın geçitlerinde haçlı ordularına saldırırlar.Antalya’da yeterli sayıda dinç at noksandır.Bu nedenle kıyı boyunca Antakya’ya gidiş tehlikeli olduğundan  Kral Ludwig deniz yoluna karar verir. Antalya, 87 yıl Bizans egemenliği altında kalır ve kent 1182 de bir ara 2.Sultan Kılıçarslan tarafından kuşatılırsa da ele geçirilemez.1204 nisanında Frank Haçlı şövalyelerinin ve Venediklilerin İstanbul’u fethetmeleri ile ,izole edilmiş Bizans kenti Antalya’nın ,Bizans İmparatorluğu ile bağlantısı tamamen kesilir.

Bir ücretli asker olan ve bir İtalyan aileden gelen Aldobrandini, bu ayrılışı kullanır ve bir milis grubun başına geçer, doğulu bir ailenin de desteğiyle kenti ele geçirir. Böylece İmparator Balduin ve İstanbul’daki Venediklilerin Antalya Mabet nişanını almalarını önler. Papa III.Innozez 1206 yılında papalık fermanında bunu onayladığı belirtilse de, bu Antalya’nın gerçekteki durumunda etki yaratmamıştır. Antalya’da artık hüküm sürmeye başlayan Aldobrandini’nin limana gelen tüccarların mallarını yağmaladığı ve gemilerini müsadere etmesi, 87 yıl sonra, 1.Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev’in 1206 yılında Antalya’yı tekrar kuşatmasını gerektirmiştir. Kaynaklara göre, Sultanın Antalya’yı fetihe girişmesine, Mısır’dan dönen bazı Horasan’lı tüccarların Antalya’daki halk tarafından tutuklanıp soyulmaları ve daha sonra Konya’ya giderek bunları sultana anlatması neden olmuştur.

Sultan kenti kuşatmağa başlar fakat 16 gün sonra ara verir. Çünkü, o devirlerde Kıbrıslılar, Anadolu sahilleriyle sıkı bir ticaret ilişki içindeydiler.Özellikle yiyecek maddelerini Antalya’dan sağlıyorlardı.Bu nedenle kentin valisi Dobrandi adındaki şahsın isteğine uyarak Antalya’yı Sultanın kuşatmasından kurtarmak için Kıbrıs’tan ağır silahlanmış 200 piyade askeri yardımcı birlik ile yardıma geldiler. Gelenlerin başından Kıbrıs Kralının varisi Gautier de Montbeliard bulunuyordu. Sultan Keyhüsrev, kenti zapt etmekten vazgeçip, civarındaki tepeleri tutarak kenti kuşatmayı tercih etti.Kuşatma kısa sürede etkisini gösterdi.Kentte sıkışıp kalan Rum halkı ile kentin idarecileri ve Kıbrıslılar arasında anlaşmazlık çıktı. Bu durum kentin 11 Mart 1207 de Selçuklu Sultanına geçmesine neden oldu.

Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev; Antalya’yı fethettiği zaman; Kıbrıs’tan gelen kuvvetlerin başındaki Gautier de Montbeliard’ı da esir etmişti. Ancak sonradan onu affedip serbest bıraktı. Bunun üzerine bu kumandan, 1212 yılında Kıbrıslıların yardımıyla Hıristiyan halkı isyana teşvik ederek, Antalya üzerine yeni bir sefer düzenledi ve kenti zapt ederek, bütün Türkleri kılıçtan geçirdi ve kenti 4 yıl daha bağımsız yaptı.Ancak düşmanın bu istilası uzun sürmedi.Sultan İzzeddin Keykavus, kenti savaşarak 1216 yılında kalıcı olarak geri aldı ve başta Gautier de Montbelliard da olduğu halde bütün Hıristiyanları  öldürdü.Kentin Bizans tarihi de böylece son buldu.

Antalya Kalesine ilk çıkan ve kente ilk giren Hameddin Yavlak Hasan adlı Konyalı bir sipahi idi.Buraya denizcilikten iyi anlayan Ertokuş bey, vali olarak atandı. Mubarizaddin Ertokuş bey , Gıyaseddin Keyhüsrev’in en yakın arkadaşı idi.Böylece kentin Bizans tarihi son buldu. 


Bizans Devrinde Antalya

Hz.İsa’nın havarilerinden Aziz Paul’un ilk vaazını İ.S.44’de Perge’de vermesine karşılık, Hıristiyanlığın tam olarak Pamfilya’ya yerleşmesi İ.S. 5.yy.da başlamıştır.Bizanslılar zamanında başlı başına eyalet kimliğini sürdüren Pamfilya ,önemini korumuş, Antalya özelikle çalışır bir deniz üssü ve ticaret limanı olarak görev yapmıştır. İ.S. 7.yy.dan başlayarak meydana gelen Arap akınları Perge, Aspendos, Side gibi kentlerin sonunu hazırlamıştır. 11.yy’ın sonlarında bölge ,zaman zaman Selçuklular, zaman zaman Bizanslılar tarafından ele geçirilmiştir.En son olarak 1.Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından 1207’de Selçukluların eline geçmiştir.


Selçuklular ve Sonrası

Antalya Alanya Side Tarihi
Yivli Minare Antalya

Selçuklu Devletinin 1299 da sona ermesi sonucu, bu bölge Hamidoğullarını’nın ve daha sonra da Tekeli Oğullarının yönetimine geçmiş ve Sultan 1. Murat Hüdavendigar zamanında Osmanlılar tarafından Osmanlı ülkesine katılmıştır.

Antalya’nın Selçukluların eline geçmesiyle ticari yönden çeşitli çalışmalar başladı ve Venediklilerle ilk ticari anlaşma yapıldı.Kentte kültürel tesisler, camiler inşasına başlandı.Önce kaleler restore edilmiş ve bazıların ekler yapılmış; ayrıca bazı bölümlerde yeniden kaleler, köşkler, köprüler, camiler, türbeler, medreseler, imaretler yanında Hadrianus Kapısı’nın kuzey tarafındaki kule Selçuklular tarafında inşa edilmiştir.Bu arada rıhtım ve mendirekler yapılmış ve bir de tersaneler kurulmuştur.40 yıla yakın Emir-üs-sevahil’lik ve Atabeylik yapan Ertokuştan sonra bu göreve Bahaddine Mehmet bey tayin edildi.1276 yılından bunun ölümünden sonra Ebülmeali Bedreddin Ömer onun yerine geçti.

Bizans İmparatorları ,Antalya’da Venedikli ve Cenevizli tüccarlara ticari olanaklar sağlamışlardı. Selçuklular, batılı tüccarlara kendilerinden önce kurulmuş olan bu ilişkileri devam ettirdiler. Bu devirlerde Antalya çevresinin çeşitli ürünlerinden başka, Anadolu’nun yünlü, ipekli ve sırma işlemeli dokumaları ,değerli halı ve kilimleri, Konya’nın şarapları, özellikle Isparta taraflarındaki ağaçlardan elde edilen ve Avrupa pazarlarında boyama ve yaldızlama işlerinde kullanılan adragan zamkı gibi birçok aranılan orman ürünleri ve buna karşılık Doğu’nun buna benzer malları hep Antalya limanından geçiyordu.Hatta Konya’ya demiryolu yapılıncaya kadar bu kent, Orta Anadolu’nun  Mısır ve Suriye ile ticaretine aracılık ediyor; limana yüzlerce gemi, kente binlerce deve kervanı birbiri ardına girip çıkıyordu.

Alaeddin Keykubat Alaiye’yi (alanya) fethedince, Antalya bu önemli limanın yanında ikinci dereceye düşmedi; aynı parlaklığını sürdürdü. Sultan Keykubat  ve oğulları, Alaiye’de olduğu kadar ,Antalya’daki saraylarında da kışı geçirmekten hoşlanırlardı.

Sultan Keykavus’un bu defa ki zaptı, Antalya’nın beşinci kez bir türk kumandanı tarafından alınışıdır. Bundan sonra hemen surlar, rıhtımlar onarıldı ve tersaneler kuruldu.

Artık bir donanma üsü olan Antalya, ayrıca Selçukluların Akdeniz donanmasını merkezidir. Bölge ‘melik’üs-sevahil’ veya ‘Amir’üs-sevahil’ adıyla anılan bir valinin idaresindedir. Halk bunlara sadece ‘Sahil Beyi’  demekle  yetinmiş, bu kelime Bizans kaynakların ‘Salbeg’ şeklinde geçmiştir.Antalya ve Alanya ,Selçuklu Devleti ayakta durduğu sürece çok önemli birer liman görevi görmekte devam etmiş; Selçuklu hükümdarları Antalya 

ve Alanya’yı kışlık ikamet yeri olarak kullanmışlardır.

Selçuklu Devletinin yıkılmasından sonra Isparta ve Alanya arasındaki topraklar Teke aşiretinin bir kolu olan Hamidoğulları’nın egemenliği altına girmiştir. 14.yy’ın başlarında  Antalya’yı ele geçiren İlyasbeyoğlu Dündar Bey, burasını kardeşi Yunus Bey’e bıraktı.Yunus Bey ile Tekeoğuları Beyliği başlar.

Hamidoğulları Selçuklular tarafından Bizans sınırına yerleştirilen bir uç beyliği idi. Beyliğin kurucusu Feleküddin Dündar Bey, Hamid’in torunudur. Beyliğe, büyükbabasını adını vermiş kurduğu beyliğin sınırları, bütün göller bölgesini içine alacak şekilde genişlemişti.

İlhanlılar Anadolu’yu egemenlikleri altına aldıkları zamam Hamidoğulları beyliği de onlara katıldı. Anadolu genel valisi olan Demirtaş beylikleri yavaş yavaş yok etmeye başlamıştı. 

1324 yılında Dündar Bey’in üzerine yürüyerek onu Antalya’da sıkıştırdı. O sırada Antalay, Yunus Bey’in oğlu Mahmud’un idaresinde bulunuyordu. Mahmud Demirtaş’a yaranmak için amcasını ona verdi. Demirtaş da Dündar beyi öldürttü ve beyliğin topraklarına egemen oldu.Antalya’yı da Dündar beyi kendisine teslim ettiği için Mamud’a verdi.

1327’de Demirtaş ilhanlı hükümdarına isyan ederek Mısır’a kaçınca, Mahmud da Antalya’da tutunamayıp Mısır’a kaçtı.Mısır Memluk sultanının huzurunda amcazadesi Dündar Bey’in oğlu İshak Bey’le yaptığı bir tartışma sonunda hapsedildi. İshak Bey, daha sonra Anadolu’ya döndü ve Mısır’ın egemenliğinde Beyliği yeniden düzene soktu. Antalya’da ise Mahmud’un kardeşi Hızır Bey hüküm sürüyordu.Hızır Bey 12 kent ve 25 kaleye sahipti.Antalya beyliğinde Mübarizeddin Mehmet bey başta iken kendi zamanında Antalya’nın kaybını acısını bir türlü unutamayan Kıbrıs Kralı Pierre1, 114 parçadan meydana gelen bir donanma ile Antalya’yı  denizden ve karadan kuşattı ve bir gün sonra da Antalya’yı ele geçirdi. Kıbrıs Kralı Pierre, böylece bir buçuk yüzyıldan sonra şehri tekrar Türklerden almış oldu. Paşa Cami’nin kuzeyindeki yazıtta der ki: ‘Tanrını yardımı ve güçlü Kıbrıs ve Kudüs İmparatoru Petro 1361 yılında Ağustos’un 24. gecesi  olan Salı günü güçlü askeri ile Antalya’yı aldı. Fakat Zincirkıran Mehmet bey bu kayıptan yılmadı. Korkuteli’ne çekilerek savaşa devam etti.Tam 12 yıl hazırlandı  ve en sonunda 1373 yılında  Kıbrıslıları kentten kovmayı ve Antalya’yı tekrar Türk egemenliğine sokmayı başardı. Bu, Antalya’nın 6. kez alınışıdır. Zincirkıran Mehmet Bey 1378’de vefat etti ve Yivli Minare Külliyesi içinde gömüldü. Yerine Osman Bey geçti. 1390’da Yıldırım Bayezid Osman Çelebi’nin oğlu Mustafa Bey’in elinde bulunan Antalya üzerine yürüdü. Mustafa Bey Mısır’a kaçtı ve kent 1392 de Osmanıların eline geçti. Antalya Muhafızlığına Firuz Bey tayin edildi ve daha sonra Teke bir Şehzade sancağı oldu.

1402’deki Ankara Savaşı’ndan sonra Yıldırım Bayezid’in yenilmesi üzerine Osman Çelebi, Beyliği canlandırmak üzere yeniden harekete geçerek Korkuteli’ni ele geçirdi, fakat Antalaya’yı alamadı. 1402-1415 yılları arasında Antalya’ya Karamanoğulları hakim olmuştu. Tek başına kentteki Osmanlı kuvvetlerini yenmesi olanaksız olduğundan Karamanoğlu Mehmet Bey’den yardım istedi(1423). Firuz Bey, Osman Çelebi’nin Karamanoğulları kuvvetleriyle birleşmesine olanak vermeden, Subaşısı Hamza Bey’le Korkuteli’ne ani bir baskın  yaptırttı. Hamza Bey, hasta haliyle kaçamayan  Osman Çelebi’yi yakalayıp öldürttü.Bu sırada Antalaya’yı kuşatan Mehmet Bey de, kaleden atılan bir gülle parçasının isabetiyle ölünce yalnız Antalya değil, Bütün bu bölge Osmanlıların eline geçmiş oldu. (1423).

Tekeoğulları’nın 100 yıl kadar süren egemenlikleri süresinde Teke Beyliğinde büyük bir gelişme olmadı. En kudretli dönemlerinde sürekli Kıbrıslılarla savaştıklarından imar ve kültür alanlarında bir eser bırakmalarına olanak sağlanmamıştır. Ancak Teke yöresine yerleşen ve eski Türk gelenek ve göreneklerine sıkı sıkıya bağlı olan Türkmen oymakları arasında Ahilik ve Bektaşilik yayıldı. Özellikle Ahiler oldukça fazla bir taraftara sahip oldular. Ahiler, Tekelioğlu Mehmet Bey zamanında Antalya’da geniş bir örgüt kurdular. Hızır Bey’den sonra Teke eline egemen olan Teke Beyleri de bu bölgede birçok zaviye ve tekkeye bazı köyleri vakfettiler.

Beyazıt 2. Devri sonların Şehzade Korkut, bu sancağın başında bulunuyordu. Bugünkü Kesik Minare camisini, kiliseden camiye o çevirtmişti. Babası ölünce tahta çıkan kardeşi Selim (Yavuz) tarafıdan takip ettirilerek Korkuteli’de Osman Kalfalar Köyü yakınlarında saklandığı bir mağarada yakalanarak Bursa’ya götürüldü ve orada öldürüldü.

Teke Eli’ndeki bir kısım halk 1511’de Şah İsmail’in adamları da Şahkulu Baba Tekeli ile birleşerek büyük isyan çıkardılar. Şahkulu isyanının bastırılmasından sonra, Teke Eli’ndeki Şiiler ve Şahkulu isyanına katılanlar   ,Rumeli’ye sürgün edildiler.Bu sürgünler yüzünden Teke Eli’nde nüfus azaldı.Kent ve kasabalar  küçüldü. 16.yy’dan sonra ,eski önemini kaybeden Teke Eli , daha sonraki yüzyıllarda bir sancak haline geldi. 2.Sultan Mahmut zamanında (1813) Tekelioğlu Mehmet ve İbrahim Ağa’ların  ayaklanmaları ise sonuçsuz  kalmıştır.

Antalya, Osmanlı İmparatorluğu yönetim örgütünde merkezi Kütahya’da olan Anadolu Eyaleti’nin 14 sancağından (vilayetinden) birinin merkezi olmuş ve sancağa ‘Teke Sancağı adı verilmiştir.İmparatorluğun sonlarına doğru 5 ilçeli Teke Sancağı 1913 yılında Konya vilayetine  bağlanmış; bu eyaletin beş sancağından biri olmuştur. O zamanlar toplam köy sayısı 549 idi. Sancak toplam nüfusu 1890’da 224.000 kişi idi. Bunun 15.000 kadarını yörükler oluşturuyordu. Devlet arşivinde bulunan 1840 tarihli bir belgeden Antalya kalesi içindeki nüfusun çoğalması nedeniyle, sur dışında bir mahalle kurulması ve  bir kapı açılmasına (bugünkü Yenikapı) izin veriliyordu.Daha sonra Antalya, 1913 ilkbaharında Teke Sancağı adıyla bağımsız bir mutasarrıflık oldu. Aynı yıl İtalya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’da, Antalya’da birer konsolosluk açtılar. Cumhuriyet devrinde sancaklara Vilayet adı verilmiş ve Antalya ili ortaya çıkmıştır.

Balkan Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu İtalyanlara bazı ayrıcalıklar veren bir barış antlaşması imzalamak zorunda bırakılmıştı. Bu antlaşmadan sonra ilk sivil İtalyan grubu, Rodos belediye başkanı ile birlikte Antalya’ya geldiler.. O sırada Antalya kentinde ,İtalyan uyruklu 3 Rum, 2 Yahudi aile vardı ve bunlar haklarının korunması konusunda İngiliz Konsolosluğuna yetki vermişlerdi.

Önce İngiliz Konsolosluğuna verdikleri yetkiyi geri aldılar. Yeni yapılmış bir evi İtalyan Konsolosluğu binası olarak kiraladılar ve üzerine bayraklarını çektiler.

Trablusgarp’ta İtalya ile savaş devam ederken, Antalya mutasarrıflığına Niğdeli Abdullah Sabri bey tayin edilmişti.

İtalyanların Antalya’yı sömürgeleştirme isteklerinin ilk işareti 19 Eylül 1329(2 kasım 1913) tarihinde bir okul açma girişimleri ile başladı.Sancak Beyi bunu önlemiş ancak İtalyanlar, bu kez Cavalini adında bir yüzbaşısına getirerek , kadınlara ait bölümü de bulunan Bugünkü Yenikapı semtinde Dumlupınar İlkokulunun bulunduğu binada sekiz yataklı bir hastane açtılar.Kendilerine resmi izin verilmemişti.Fakat doktor Kavalini bu işi kılıfına uydurarak ,bunun şimdilik bir klinik olarak kullanılacağını belirtmiş ve hasta yatırarak çalışmaya başlamıştı bile. Bunun arkasında yine izin almadan  bir de okul açıldı.Sancak valisi , bu gelişmeler karşısında bir şey yapamıyor ; İtalyanlar ise ,Kapitülasyon hayalinden  güç alarak , bu türdeki çalışmalarını elden geldiğince arttırıyordu.İtalyan konsolosluğu , yerel emniyet ve belediye  zabıtası işlerine karışarak ,küstahlığını daha da ileriye götürmüştü.1.Dünya Savaşının başlaması ve Sancak Beyi olarak Sabur Sami bey’in gelmesi ile Konsolos ,doktoru ve başka İtalyanları da yanına alıp , haliyle bütün tesisleri de bırakarak çekip gitti.

Antalya’nın ticari ilişkileri yalnız deniz yoluyla sağlanıyordu.Şeker Trieste’den Lloyd gemileriyle; manifatura ve benzeri Marsilya’dan ;pirinç ve kahve Mısır’dan Arap gemileriyle geliyordu.İstanbul ve İzmir ile bağlantıyı Yunanlı Yandelion, sözde Osmanlı, aslında Rum Hacı Davut’un gemileriyle sağlanıyordu.Karadan yörükler aracılığı ile develerle Koçhisar’dan tuz getirtiliyordu.

1911 yılında başlayan Trablusgarp savaşı, deniz seferini sekteye uğratmış, hele 1914-1918 arası fransız kruvazörlerinin ablukası yüzünden Antalya’nın dış  dünya ile bağlantısı tamamen kopmuştu. Kibrit çöpüne kadar gereksinimini dış ülkelerden sağlayan Antalya bu yüzden oldukça bunalmıştı.

Mondros Ateşkesinden sonra bu yolu ilk kez Rodos’taki İtalyanlar açtı. Rodos belediye başkanını da taşıyan bir gemi Antalya limanına yanaştı.

O yıllarda Anadolu’nun dünyaya açılan iki kapısı vardı. Karadeniz’de İnebolu ve Akdeniz’de Antalya. Her gün çok sayıda  ticaret gemisi gidip geliyordu.Ve İtalyanlar bunlar arasında birinci sıradaydılar.

1919 yılının ilkbahar aylarında Antalya limanında bir İtalyan zırhlısı ile kıyıya kadar sokulmuş bir İtalyan torpidosu günlerce bekliyor, zırhlının tahliye botları, rıhtım ile gemiler arasında mekik dokuyordu. Öte yandan, mütareke sonunda Antalya Sancak beyi gitmiş , yerine bir yenisi tayin edilmemişti.hükümet, Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın elindeydi. Dahiliye nazırlığını ise İbradı’lı Cemal bey yürütüyordu.

İtalyan gemileri yanaştığı zaman şehre de iniyorlardı.Bir tatil günü, uzun süredir limanda demirli bulunan, fakat hiçbir saldırgan hareketi görülmeyen harp gemilerinin, halk tarafında gezilebileceği duyuruldu.Bir süre sonra, asker dolu mavnalar ve motorbotları ile ağırlık yükletilmiş  dubaların rıhtıma doğru ilerledikleri, sonunda  askerlerin karaya ayak bastıkları telefonla haber verildi. Önde süngü takılmış 4 deniz askeri, arkalarında konsolos Faranti ve tercüman Yomtof Mizrahi vardı. Vali vekili ‘Müttefik Devlerler adına Akdeniz Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Galtrop’ imzasını taşıyan ‘İşgal Beyannamesini’  alırken, tercüman Yomtof da, işgalin Mondros  antlaşmasının şartlarına göre yapıldığını belirten bazı sözler söyledi.Sonra ziyaretçiler , askerleri de alarak gittiler.

Müttefikler, 1. Dünya Savaşı başlamadan önce ve savaş sırasında, Osmanlı ülkelerini taksim için aralarında bir takım antlaşmalar yapmışlardı. Daha sonradan öğrenildiğine göre, onların yanına geçince, İtalya  da İzmir dahil pek çok yer istemiş, fakat Kuşadası’ndan Antalya’ya kadar olan kısmın verilmesine razı olmuştu. Bunlar, İralayanların Antalya’da bulundukları sırada, Yomtof’un açıklaması ile duyulmuştu. İşgal Mondros mütarekesinin bitiminden sonra gerçekleştirilecekti.Fakat, savaşa sahne olmamış bir bölgenin işgal edilmesi için bazı şartların oluşması gerekiyordu. Konsolos, tercüman kavas, vapur acenteleri, ithalatçı, ihracatçı, ticaret temsilcileri gibi bir sürü İtalyan getirten, Rum’lardan ve Yahudilerden satılmış yardımcılar sağlayan , limana doldurdukları zırhlı ve torpido mürettebatından birçok askeri gece gündüz kentte dolaştıran İtalyanlar için , işgal hareketini yasal gösterecek şartları hazırlamak hiç de zor olmadı.

Hükümet Konağı kapısına asılan Beyannamede ‘Antalya’da huzuru bozan olayların son zamanlarda arttığı, Dutlu bahçede bir adamın öldürüldüğü, hapishaneden bir tutuklunun kaçtığı, Hıristiyan Mahallesine bomba atıldığı ve suçlusunun bulunmadığı kaydediliyor; halkın huzurunu sağlamak için bizzat halkın yardım istemesi dikkate alınarak, müttefikler adına bu işte İtalya’nın görevlendirildiği öne sürülüyordu.’

İtalyanlar gemilerini gezen halka bir defter uzatıp hatıra mahiyetinde imza atmalarını istiyorlardı.Halbuki , defter içinde boş bir kağıt vardı. İşte yerel halkın düşmanı işgale davet hikayesi de bundan kaynaklanıyordu.

İtalyanlar, Yunanlıların Ege Bölgesi’ne yayılmalarını çekemiyorlardı. Hele bu yeni istilacının Kuşadası bölgesini ele geçirmesini, kendi haklarına tecavüz sayıyor ve onlara olanak sağlayan İngilizlere kızıyorlardı. Bu nedenle, Yunanlılara karşı savaşta İtalyanlar Türklere yardım etmeye bile başladılar.

İlk işgalde teslim aldıkları kışladaki silah deposunun arka pencereden tamamen boşaltılmasına göz yumdular. Hariçten yelkenlilerle kaçak getirilen silah ve cephaneye müdahale etmediler. Düzenli ordunun kurulup ilk zaferler kazanılmaya başlandıktan sonra  da işgal ettikleri yerlerde kalamayacaklarını anlayarak çekip gitmişlerdir. Böylece İtalyanlar ile aramızdaki mesele, herhangi bir çatışmaya girmeden sonuca bağlanmıştır.

1923-1924’de Antalya’da nüfus, çoğu ahşap evlerde oturan 23000 kişiden oluşuyordu. Arap, Girit ve Yunanistan göçmenleri de bulunmakla birlikte, nüfusun büyük bir azınlığı Türklerdi. Osmanlı Döneminden kalan Rumlar yaklaşık nüfusun 1/3’ünü oluşturuyorlardı. Antalya’da ayrıca çok sayıda  yahudi ve Ermeni yaşamaktaydı.Türklerin iki mezarlığı, bir hastanesi, on kadar okulu; Rum’larında Metro politikleri, dört kilisesi, on iki çeşitli düzeyde okulu ve bir itfaiye örgütü vardı.

Daha sonra 1925 yılında Atatürk’ün büyük gayretleri ile kentteki Rumların yerine Selanik ve Girit adasından getirile Türk göçmenlerle ‘değişim’ yapılarak Antalya kenti Türkleştirildi.1927’de Antalya’daki nüfus Selanik ve Girit’ten gelen göçmenlerle ancak 17,373 idi.


Cumhuriyet sonrası önemli olaylar


* 1926 depremi
* 6 Mart 1930-Atatürk ilk kez Antalya’ya geldi.
* 7 Şubat 1956- yoğun kar yağdı.
* 27 Mayıs 1958-Antalya’da ilk kez ‘Antalya Tiyatro-Müzik ve Film Festivali’ düzenlendi.
* 1 Ekim 1961 –Antalya Dokuma fabrikası üretime geçti.
* 25 Ekim 1961-Antalya ve havalisi Kepez Elektrik Santrali üretime geçti.
* Haziran 1963 –Antalya’da her yıl Antalya Festivali içerisinde sürekli bir ‘ulusal Film Şenliği’ düzenlenmesi kararlaştırıldı.
* 3 Ekim 1964-Antalya yeni limanının temelleri atıldı.
* 18 Mart 1981 –Antalya Yat Limanı kullanıma açıldı.
* 6 Ocak 1993-Antalya’ya tekrar kar yağdı.


Alanya Side Tarihi

Alanya Tarihi

Alanya Kalesi
Alanya Kalesi

Doğuda Antalya’nın Gazipaşa ve Konya’nın Ermenek , kuzeyde Gündoğmuş, batıda Manavgat ilçeleri, güneyde Akdeniz ile çevrilmiş olan Alanya’nın yüzölçümü 2032 km ve 62 köyü vardır.

Antik devirde ismi Korakesion ve Kalonoros olan Alanya ,Kilikya sınırında Pamfilya’ya karşı bir savunma kalesi görevi görüyordu.Alanya’nın eski çağlardan Korakesion denilen  eski kısmı yüksek kayalıktan ibaret bir yarımada üzerinde yer almaktadır. Savunmaya elverişli konumu nedeniyle Romalılar zamanında ve daha da önce Helenistik devirde uzun süre korsanlara sığınak teşkil etmiştir.Korsanlar burada gizlenirler ve elde ettikleri malları bugün Korsan mağarası dediğimiz yerden yukarıya açılan bir tünelle yukarıya taşıyıp saklarlardı.

Bunları reislerinden Diadoros Tryphon yarımada üzerinde bir şato yaptırdı ve kentin temelleri İÖ 2. YY’da böylece atılmış oldu.Akdeniz’i soygun yeri haline getiren korsanları temizleyen Roma İmparatoru Pompeius Alanya’daki şatoyu yıktırdı.Korsanlığın ortadan kalkması üzerine Alanya sönükleşti. Bu yer, daha sonra Marc Antonius tarafında Kleopatra’ya hediye edilmiştir. Alanya Bizans devrinde bir beyin idaresine geçerek yavaş yavaş tekrar gelişti ve etrafına surlar inşa edildi.Ancak kent, Selçukluların kenti ele geçirmesi (1221’den itibaren) önem kazanmaya başalamıştır. Alanya’ya Selçukluların özel bir sefer düzenlemesi  nedeninin başında, Alanya’nın Selçuklu Devleti’nin başkenti Konya’ya Antalya’dan daha yakın olması gelmektedir. Selçuklu hükümdarı Sultan Alaeddin Keykubat kaleyi kuşattığı zaman içinde yaşayan halk, Alaeddin Keykubat kuşatmasına karşı, iki ay boyunca kenti ve kaleyi savunan beyleri Kir Frad’a giderek teslim olmasını istediler. Kir Fard kabul etmedi. Bunun üzerine halk Sulta Alaeddin’e giderek kalenin anahtarlarını teslim etti (1220). Bunu üzerine kral da teslim olma yoluna gitmiştir. Alara kalesi Kralı da Kir Frard’ın kardeşi idi. Böylece başta Manavgat ve Alara olmak üzere altı kale daha böylece Selçukluların eline geçmiş oldu. Bu sırada Alanya kralı Kir Fard kızını da Keykubat’a vermiş ve onun emrine girmiştir.Selçuklu Sultanı, karısına ‘Mahperi’ ve kente de ‘Alaiye’ ismini verdi. Kale yeniden inşa edildi, büyük bir tersane kuruldu. Bursalı Selçuklu Sultanlarının bir donanma üssü haline geldi ve Selçuklu sultanları kışlık olarak kullandılar.  Böylece kent hem büyüdü, hem de çok güzelleşti.

Bu devirde kentin surların iki sur daha eklenmiş(1226-31) ve baştan başa restore edilmiştir.Alanya kalesi, iç içe 3 sıra surdan oluşur. 83 kalesi ve 140 burcu vardır.Ayrıca yine bu devirde bir tersane ve bunu korumak için de tersanenin hemen yanında tersaneyi savunmak amacıyla bir Kızıl Kule inşa edilmiştir. Selçuklular devrinde Alanya’da birçok önemli olaylar yaşanmıştır.Alaeddin Keykubat’ı öldürerek tahta geçen II. Gıyaseddin Keyhüsrev, Moğollara yenildikten sonra Alanya Kalesi’ne sığınmıştır. III.Keyhüsrev, gittikçe büyüyen gücünden korktuğu Sadeddin Köpek’i burada öldürmüştür. Daha sonra tahta çıkan III. İzzeddin Keykavus, 1259’da Alanya’daki Keykubat Sarayı’na yerleşerek ,ülkeyi buradan yönetmiştir. Daha sonraları bu sarayda İlhanlı elçilerine kötü davranılması sonucunda çıkan olaylar sonucunda Moğol akınlarınla karşılaştığında, III. İzzeddin Keykavus Alanya Kalesine sığınıp, buradan da Bizans’a kaçmıştır.Bizans ile birlikte Konya üzerine yaptığı sefer başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 13.yy boyunca Alanya kalesi ve çevresi, İlhanlılar ve Karamanoğulları arasında birkaç kez el değiştirmiştir. Bu arada Kıbrıs krallarının Alanya’yı alma denemeleri hep sonuçsuz kalmıştır. 1472 yılında Osmanlıların eline geçen kale, 1955 yılında restore edilerek bugünkü görünümüne kavuşmuştur.

Alanya’nın Osmanlılara geçişi II. Bayezid zamanında, Kenti Gedik Ahmet Paşa komutasındaki ordu almıştır.


Side Tarihi

Side tarihi tiyatro dış görüntüsü
Side tarihi tiyatro dış görüntüsü

Side’nin kuruluşu hakkında çeşitli varsayımlar ileri sürülmektedir. Manavgat’ın 6 km güneybatıda 400 m. Genişliğinde, 800 m. Uzunluğunda bir yarımada üzerinde yer alan Side kentinin ‘Nar’ anlamına gelen Side adının Grekçe olmayıp, eski Anadolu dillerine ait bir kelime olması, bu kentin İÖ 7. YY’da İzmir’in kuzeyinden gelen Grek topluluklarından önce, yerli bir ırk tarafından  kurulduğunu göstermektedir.Eldeki yazıtlara göre bu yeni gelen Greklerin burada İÖ 3. YY’a kadar kendi dillerini unutup, kentte Pamphylia’nın hiçbir şehrinde rastlanmayan bu dili konuşmaya mecbur tutuldukları anlaşılmaktadır.

Büyük İskender’in  Side’yi aldıktan sonra Side’de yaşayan Greklerin Grekçe konuşmasını unutarak yerli halkın diliyle konuşmaları ile Side’den ayrılmadan önce orada Grekçe öğretmek üzere öğretmenler bıraktığı yazılı kaynaklarda yer almaktadır. Grekçe öğrenmeye mecbur kılınan halk, İÖ 3. YY’dan itibaren Grekçe okuyup Grekçe yazmışlardır.

‘Side’ kelimesi, bereketin sembolü ‘nar’ anlamına gelmekte ve tarihi yapılardan sık sık nar resim ve figürlerine rastlanmaktadır.

Bundan başka Side’nin tarihinde İÖ 190 yılında Side önünde Roma’nın eski düşmanı Kartacalı Anibal ve Roma’nın müttefiki Rodoslular arasında bir savaş meydana gelmiştir.Rodosluların kazandığı bu savaşta Sideliler Rodoslular tarafında katılmışlardı.

Side Tiyatrosu
Side Tiyatrosu

İ.Ö129’da Roma egemenliği altına giren Side, en güzel dönemini bu tarihlerde yaşamıştır.Özellikle Side, bir korsan kenti olarak Doğu Akdeniz’in en büyük esir pazarı işlevini, İS 4. YY’a kadar sürdürmüştür. Bu devirde Side, Pamphylia’nın Metropolis’i, yani dini bir merkezi olarak tanınmaktadır.Bugün ilgi ile baktığımız tüm yapılar İS 2-3. YY’dan kalmadır. Ayrıca bu devirde, uzunluğu 30 km’yi bulan ve kalıntıları bugün Side’ye girişte görülen su kemerleri ile tarlalar sulanıyor ve verim gücü artıyordu. Balıkçılık ve deniz ticareti, özellikle Doğu Akdeniz kentleri ile çok gelişmişti. Büyük sütunlu caddeler, hamamlar, tiyatro ve diğer kalıntılar bu devre aittir.

Aspendos’tan sonra bir başka nehir ve keza kıyıdan uzakta çok sayıda adalar gelir. Sonra Kymelilerin bir kolonisi olan ve içinde bir Athena Tapınağı bulunan Side’ye gelinir, hemen yanında Kybyrates kıyısı vardır.Sonra Melas nehri ve bir demir atma yerine Ptolemais kentine ulaşılır. Buradan sonra Pamfilya’nın sınırları başlar ve Korakesion, Kilikia Trakheia’nın başlangıcıdır. Pamfilya kıyısı boyunca gezinin tümü 640 stadyum dur.(144km.)

Strabon

Strabon Side hakkında şöyle bilgi verir: ‘Aspendos’tan sonra bir başka nehir ve keza kıyıdan uzakta çok sayıda adalar gelir. Sonra Kymelilerin bir kolonisi olan ve içinde bir Athena Tapınağı bulunan Side’ye gelinir, hemen yanında Kybyrates kıyısı vardır.Sonra Melas nehri ve bir demir atma yerine Ptolemais kentine ulaşılır. Buradan sonra Pamfilya’nın sınırları başlar ve Korakesion, Kilikia Trakheia’nın başlangıcıdır. Pamfilya kıyısı boyunca gezinin tümü 640 stadyum dur.(144km.)’

Side İS 4 YY’da Pamfilya’nın dağlık arazisinde oturan bazı kavimlerin saldırısına uğramış ve bunun sonucu olarak, kent yoksullaşmaya ve zayıflamaya başlamıştır. Bu devirde kent nüfusu azalınca ,tiyatro sınır kabul edilerek, çekilen ikinci bir kara suru, birçok eserin ve sütunlu caddelerdeki sütunların, kale duvarlarının inşasında kullanılması nedeniyle, kentin kapısı ile tiyatro arasında kalan bölümü adeta harap edilmiştir.

Kentin ancak İS 2-3 yüzyıllarda çok geliştiği, ticaret ve özellikle köle ticaretinin bu yüzyıllarda meydana getirildiği bilinmektedir. İS 3. YY’ın ortasından itibaren kent fakirleşmeye ve küçülmeye başlamış, 4. YY’ın başlarında tiyatro binasının sahne kısmı esas alınmak  üzere inşa edilen surlar ikiye bölünerek yarı yarıya küçülmüş, fakat 5. YY’dan itibaren Pamfilya’nın önemli bir Piskoposluk (Metropolis) merkezi olarak tekrar gelişmiş ve eski sınırlarından taşmıştır.

Kentin ne zaman terk edildiği hakkında yürütülen varsayımların çoğunluğunu İS 7. YY ile 9. YY arasındaki Arap akınları sonucunda birleşmektedirler. Kazılar sırasında çıkan yangın izleri bunu doğrular görünmektedir.Zelzelelerin de kentin terk edilmesinde rolü vardır. İS 5. ve 6. yüzyıllarda üçüncü ve en parlak devrini yaşayan kent, 7. ve 9. Yüzyıllarda Arap akınların uğramış ve savunmasız kalan halk Antalya kentine göç etmiştir.

12. Yüzyıl Arap coğrafyacılarından İdrisi;

burasını bir harabe olarak göstermekte ve burası için ilk defa ‘Eski Antalya’ adını kullanmaktadır. 1900 başları Girit adasından gelen Türk göçmenlerine bu ören yeri yurt olarak verilmiş ve üzerine Selimiye Köyü (bugünkü Side) kurulmuştur.