Çatalhöyük Ana Tanrıça Kültü, Ana Tanrıça Heykeli, Kubaba, Kybele
Çatalhöyük Ana Tanrıça Kültü
Çatalhöyük Ana Tanrıça kültü bilinen en eski Ana Tanrıça dır. Ana tanrıçalar, antik mitolojilerde üremeyi ve bereketi simgeleyen, insanlığın, özellikle de kadının koruyucuları olarak düşünülen tanrısal doğaüstü varlıklardır.
Ansiklopedik Arkeol, Doğurgalığı, verimi, üreticiliği simgeleyen ve daha yeni taş döneminden başlayarak tek tanrılı dinlere değil değişik adlarla binlerce yıl yaşayan ana tanrıçanın betimlemelerine ilk kez Anadolu’da rastlanmaktadır. Çayönü’nde ortaya çıkarılan, kilden yapılmış ilk heykelcik denemelerinin (i. ö vıı, -vıı, binyıllar), ana tanrıça kavramı, bereket tılsımı ile ilgili olduğu sanılmaktadır. Çatalhöyük’ün taştan ve pişmiş topraktan yapılmış, ana tanrıçayı kutsal hayvanları aslan, leopar, boğa ile gösteren heykelcilikleri ve renkli kabartmaları (VI. Katman) bu kültün Anadolu’daki ilk betimlemeleridir (İ. Ö. VI. Binyıl ortaları). Çatalhöyük ve Hacılar örneklerinde tombul bir kadın olarak betimlenen ana tanrıça, tahtında otururken, uyurken, diz çökmüş durumda, doğururken ya da doğurturken gösterilir. Bu tür heykelciklerin yapımı bakırtaş döneminde de sürmüştü. (Haçılar, Canhasan). İlk Tunç çağda, karaz kültürünün etkisi altında olan Pulur’da (Sakyol, Elazığ), sunakların ilk yanında yer alan ana tanrıça betimlemelerinin çok şematik olduğu görülür. Gene bu kültle ilişkili olarak kaplara ana tanrıçanın yüzü işlenmiştir. Bu dönemde ana tanrıça heykelciklerin hem değerli madenler ve taşlardan (altından yapılmış Alacahöyük ikiz idolleri, gümüz heykelcik, altın ve gümüş alaşımından (elektrum) yapılmaz Hasan oğlan’i), hem de pişmiş topraktan (Ahlatlıbel, Etiyokuşu, Kalınkaya) örnekleri vardır.
Anadolu dışında İ. Ö. IV. Binyıl’a doğru Ukranya ovalarında görülen ana tanrıça kültürün, baharda doğanın yeniden canlanışına bağlı olduğu sanılmaktadır. Fransa’da Marne bölgesindeki yer altı mezarlarında (hypogeum) İ. Ö. III. Binyıl sonunda, kayalara oyulmuş ana tanrıça betimlemeleri, bu tanrıçanın mezar kültünde de bir yeri olduğunu düşündürmektedir.
Büyük Tanrıca tapımı genelde “ana erki” ile özdeşleştirilmiş, tanrıça figürlerinin, toplumdaki güçlü kadınlar model alınarak yapıldığı ileri sürülmüştür. Ana erki kavramını savunanlar, tarımı kadınların başlattığını, hayvanları kadınların evcileştirdiğini, çömlekçilik dokumacılık gibi sanatları ilk kadınların geliştirdiğini çocuk doğumuyla birlikte toplumun üremesi için gerekli tüm ekinlikleri kadının gerçekleştirdiğini ve neolitik toplumun bu nedenle anaerkil olduğunu ileri sürerler.
Çatalhöyük’de kadının erkeğe göre daha ayrıcalıklı bir konumda olduğunu gösteren bulgular vardır. kadının mekan içinde daha yüksek bir yerde oturması, kadın ölülerin daha süslü olması gibi.
Çatalhöyük’de merkezi yönetimin, servete birikiminin ya askerlerin, savaşların olduğunu gösteren buluntular yoktur. Bu bulgular Çatalhöyük’ün anaerkil, eşitlikçi ve barışçı bir toplum olduğu görüşü ortaya atılmış ve buradan hareketle, anaerkil topluluklarda, ataerkil toplumlarda var olan erk hegemonyası olmadığı, kadın ve erkeklerin uyum içinde yaşadıkları ileri sürülmüştür. Gimbutas’a göre anaerkil uygarlıklar Hint Cermen topluluklarının istilasıyla sonra ermiştir.
Tanrıçaya tapan toplumların anaerkil olup olmadıklarını tartışmalıdır. Tarih dönemlerinde böyle bir ilişki kanıtlanmamıştır. Örneğin; Artemis’e tapılan Efes kenti patriyorkal bir toplumda. Geçmişteki neolitik insan topluluklarının tamamını veya bir bölümünün anaerkil olup olmadığını hiçbir zaman kesin olarak bilemeyeceğiz. Ancak neolitik dönem kadın figürlerinde kadın doğurganlığının ve cinselliğin özgürce sergilenmiş olması, kadının bu dönemde daha sonraki çağlara göre daha farklı korumda olduğunu gösteriyor. Sonraki bin yıllarda ise kadın giderek toplum içinde ikinci sınıf konumuna düşmüştür.
Büyük Tanrıça
Ancak Çatalhöyük’de tanrıça figürlerinin bulunduğu konular, bu figürlere bebek yada mezar hediyesi olmanın ötesinde özel önemi olduğunu gösterir. Tanrıca figürlerinin çoğu berekete katkıda bulunmaları için ambarlarda bulunmuştur.
Anadolu’da Büyük Tanrıça tapımının tarih çağlarında olduğu bir gerçek. Neolitik çağda Büyük Tanrıçayı kabul etmeyen bilim adamlarının bu inanışın tarih dönemlerinde nasıl oluştuğunun açıklamaları gerekmektedir. Büyük Tanrıça yaratanı ve öldüreni, yaşamı ve ölümü, şefkati ve şiddeti, iyiyi ve kötüyü, dişiyi ve erkeği bir arada içeren toprak anadır.
Büyük Tanrıçanın ilk ortaya çıkışında kullanılan simgeler onun doğanın tüm güçlüklerinin zıtlıklarıyla temsil ettiği görüşünü destekler niteliktedir.
Bir Çatalhöyük evinin duvarı memelerle kaplıdır. Ancak bu memelerin uçları kuş gagası biçimindedir. Kuş gagasının ve memenin bu birleşimi tanrıçanın hem can aldığını, hem de can verdiğini gösteriyor.
Doğuran Çatalhöyük Tanrıçası çok sonraki dönemlerde aslanlarda birlikte gösterildi. Boğa Çatalhöyük’te sık kullanılan bir simgeydi. Boğanın bedensel ve cinsel gücüyle erkekliği yuvarlak hatları, topraktan aldığı rengi ve hilal biçimindeki boynuzlarıyla dişiliği simgeler. Gimbutas, boğa başının rahmi simgelediğini ileri sürer. Gerçekten boğa başı rahim biçimindedir. Boğa boynuzları rahme giden kanalları gösteriyor olabilir.
Boğa boynuzlarını Çatalhöyük’de anlamını bilmediğimiz masalar üzerinde görmekteyiz. Yine boğa başları duvarları da süslemiştir. Bir Çatalhöyük evinin duvarlarını süsleyen bu sahnenin av sahnesi olmadığı, bir tür boğa güreşini simgelediği düşünülüyor.
Çatalhöyük fresklerinden birinde, çift cinsiyetli olabilecek bir figür var. Bazı mitlerinde Kibele, Büyük Tanrıçanın çok yönlülüğü vurgular şeklinde çift cinsiyetlidir. Kibele Yunan mitolojisine Zeus’un kızı ve çift cinsiyetli olarak girer, tanrı ve tanrıçalar dünyasına, erkek cinsiyetinden arındıktan sonra kabul edilir. Kibele’nin sevgilisi Attis kendini hadım eder. Onun hayalarından akan kan taşrağa akar ve bitkilerin fışkırmasına yol açar. Attis’in kendisi, bir çam ağacına dönüşür. Attis’i simgeleyen çam kütüğü Kibele’nin tapınağında saklanırdı. Yani tanrıça dişiliğin yanısıra erkeklik simgeleri de yer alırdı. Kimi yontularda Kibele’nin göğsünde kendilerini kadın eden rahiplerin cinsel organlarından oluşan kolyeler yer alır.
Tanrıça Simgeleri
Marija Gimbutas, Çatalhöyük, Hacılar, Balkanlar ve Orta Avrupa’da neolitik çömlekler üzerinde görülen simgeleri tanrıçanın alfabesi olarak yorumlar. V ve iki V’nin birleşmesinden oluşan X simgeleri, başta Çatalhöyük simgeleriyle Çatalhöyük ve Hacılar vazolarında da vardır.
Gimbutos, V ve X simgelerinin, kutsallık anlamına geldiğini söyler. Hacılar’da bulunan bir tanrıça figürünün göğsü X, üretim organı bölgesi V simgesiyle bezenmiş. Bu simgeler Neolitik çağ dokuma tezgahlarında da görülür. Çatalhöyük kazılarını gerçekleştiren Meaart’a göre, eski Yunan’da Atena’nın korunmasına giren dokumacılık, Çatalhöyük tanrıçanın korumasındaydı.
V simgesiyle kuş göçleri arasında ilginç bir bağlantı olabilir. Kuşların göçü ve zamanda önemli bir olay sayılmış olmalı. Göçmen kuşların ilkbaharda gelmeleri doğanın canlanmasını, kışın gitmeleri doğanın ölümünü simgeler. Göçmen kuş sürülerinin en çok gerçekleştiği biçim V harfidir. Gimbutaş, Neolotik dönemde, tanrıçanın kuş biçiminde temsil edildiği figürlerin V ve X harfleriyle benzediğini söylüyor.
Çatalhöyük ve Hacılar çömlekleri üzerinde en sık rastlanan simgelerden biri kırık, zigzaglı çizgiler. M simgesi de bunun kısaltılmışıdır. Gimbutans’a göre bu simgeler suyu ve resmi simgeliyordu.
Anadolu Uygarlıkları Müzesi’nde, kadın biçimli bir Hacılar vazosunun alt kısmında, spiral biçiminde yılan motifi görülür. Bu yılan yaşam gücünü, dünya yaşamına tapınmanın doruğunu simgeler. Burada kutsal olay yılanın kıvrılan ve dönen bedenin yaydığı enerjidir.
Neolitik nesneler üzerinde, ağ bezemesinin, üremiyle ilgili yumurta, üreme organı, rahim ve yaprak bezemeleriyle bir arada göründüğü göz önüne alan Gimbutas, ağın yaşam gücü veren bir tür sıvıyı ve ayrıca suyu da simgelediğini düşünmektedir.
Çatalhöyük Ana Tanrıça Kültü
İber yarımadasından Sibirya’ya kadar uzanan çok geniş bir coğrafya üzerinde bulunmuş, Paleolitik döneme tarihlenen, şişman kadın figürleri vardır. örneğin yaklaşık İ. Ö. 20. 000 yıllarına tarihlenen Avusturya’da bulunmuş Willendarf Venüs’ü ve yaklaşık İ. Ö. 13. 000 yıllarına tarihlenen Fransa’da bulunmuş Laselle Venüsü. Arkeologlar bu figürlerin tanrıçayı simgelendiğine inandılar.
Paleoletik dönem tanrıça figürleri, doğumu ve bereketi simgelediği için hamile yada şişmandır. Neolitik dönemde insanların tarım üretimine geçmesiyle tanrıça kavramı da değişti. Doğanın değişiminin farkında olan insanlar tanrıçayı yalnız doğuran yönüyle değil yaşatan ve can alan yönüyle tanıdılar. “Büyük Tanrıça” kavramı böyle ortaya çıktı.
Halikarnas Balıkçısı, Arza Erhat ve Sabahaddin Eyüboğlu Neolotik çağdan yapılan kadın figürlerinin Anadolu’nun ilk dini olduğunu inanır. Kubaba, Kiybele ve Artemis’in, Çatalhöyük’te bulunan ve diğer neolitik yerleşimlerde de rastladığımız adını bilmediğimiz bu tanrıçanın torunları olduğunu ileri sürdüler.
Çatalhöyük’te bulunan, iki yanında leoparlar olan ve oturan kadın figürü neoloit tanrıçaların en ünlüsüdür. Leoparlar tanrıçanın doğanın vahşi güçlerini kontrol altında tuttuğunu gösterir. Tanrıça aynı zamanda doğum yapmaktadır. Memeleri ve yumurtayı çağrıştıran yuvarlaklardan yapılmış bedeni, onun besleyici yönünü göstermektedir.
Tanrıçanın oturuyor olması “sahip olmak” anlamındadır. Çatalhöyük tanrıçasının adını sonsuza dek bilemeyeceğiz. Ancak onu Anadolu’lu Anna olarak çağırabiliriz. Anna yada benzeri sözcükleri pek çok dilde anne anlamına gelir.
Çatalhöyük nerede?
Konya’nın 52 km. G –D, sunuda, Çumra’nın 11 km kuzeyinde iki höyükten oluşan Tarih öncesi dönem yerleşmesi 1958’de İngiliz James Mellaart tarafından saptanan höyüklerde 1961-1965 arasında kazı yapıldı.
Çatalhöyük Tarihi
Taş Devri Yerleşimi
Doğu Çatalhöyük Anadolu’nun en büyük ve önemli yeni taş devri yerleşmelerindendir, kazılarda ana toprağa ulaşılmamış, en derin açmadan on dört yapı katı saptanmıştır. Ö. Ö 6800 –5700’e tarihlenen yerleşmede evler bitişik düzeyde yapılarak dışa karşı korunaklı bir görünüm elde edilmiş, ayrıca sur duvarına gerek duyulmamıştır. Birbirinden farklı yükseklikteki yapılara çatılardaki açıklıklardan girilmektedir. Dikdörtgen planlı yapılar bir ana oda ile yan bölümden (depo) oluşur. Kerpiç duvarlar ağaç hatıllarla güçlendirilmiştir. Odalarda toprak sekiler, ocak, fırın, duvarlarda nişler vardır. Şekillerin altında, içinde armağanlar bulunan pek çok mezar ortaya çıkarılmıştır. Evlerin duvarları kırmızı boyalı iken, ortaya çıkarılan bir başka yapı türünde duvarlar çok daha değişik biçimde süslüdür. Bu yüzden tapınak olduğu sanılan bu yapılara özellikle G.B. kesiminden rastlanmıştır. Bunların duvarları çok renkli geometrik motifler, doğal ve simgesel resimler, ölü gömme kültüyle ilgili sahneler ana tanrıça ve çeşitli hayvan kabartmalarıyla süslüdür.
Ayrıca Ana Tanrıçayı çeşitli biçimlerde betimleyen heykelcikler bulunmuştur. Bunlar natüralist üslupla olmakla birlikte Hacılar’da ortaya çıkarılanlardan farklıdır. Doğu Çatalhöyük’te dönemin mimarlığını yanı sıra, yaşama biçimini de yansıtan önemli buluntular ortaya çıkarılmıştır. Bulgular, tarıma, hayvancılığa, ticarete ve sanayiye dayalı bir ekonominin varlığını kanıtlamaktadır. O dönemde Hasan dağından elde edilen obsidyen ve Ilıca pınar tuz yataklarından sağlanan tuz hem kendi gereksinimleri için kullanılmış hem de dışa satılmıştır. Maden işçiliğinin yanı sıra dokumacılık da çok gelişmiştir. Bulunan kumaş parçaları dokumacılığın en eski örneklerindendir. Kumaş dokumada kullanılan tezgah ağırlıkları, ağırşaklar, dokuma tarakları oymacılığının da çok ileri olduğunu göstermiştir. El yapımı çanak çömlekler basit biçimli ve bezemesizdir. Ayrıca ağaçtan oyulmuş tepsiler, kaseler, ayaklı fincanlar, kutular bulunmuştur. Bunların yanı sıra taş ve kemik işçiliği, sepetçilik gibi sanat ürünlerine de rastlanmıştır.
Çarşamba Çayı, höyüğü iki kısma ayırmakta ve içinde bulunduğu çanak M.Ö. 15000 yıllarına kadar bir neojen göldü. Çatalhöyük’ün içinde bulunduğu alan da otlaklarla kaplı ve dolayısıyla hayvancılık için son derece elverişliydi. Höyüğün güney ve batı kısımları ise geniş ormanlık alanlardı, yani aslanı, geyiği, ayısı, leopar ve benzeri birçok yabani hayvanı doğal olarak barındırması nedeniyle Çatalhöyük çevresi, aynı zamanda ideal bir avlanma sahasını da oluşturuyordu. Özetle ormanı, otlağı, tarlası, akarsuyu ile göl kenarında ideal bir yerleşim bölgesiydi. Bunlar da doğal olarak nüfusun son derece hızlı bir şekilde artmasına neden olmuştur. Gölün çekilmesi de verimli tarlaların ortaya çıkmasına neden olmuş ve ilk avcı toplayıcı topluluktan, tarımcı topluma geçişi kolaylaştırmıştır. “Anadolu’nun ve Batı Asya’nın en büyük Neolitik yerleşmesi olan Çatalhöyük” doğu ve batı olmak üzere iki höyükten oluşmaktadır. Doğu Çatalhöyük Neolitik Çağ’ın, Batı Çatalhöyük ise Kalkolitik Çağı’ın buluntularını verir. Höyük 1958 yılında Hacılar Höyüğü’nü de kazan İngiliz Arkelok James Mellaart tarafından keşfedilmiş ve 1961 yılında kazılmaya başlamıştır. C – 14 metoduyla yapılan ölçümlere göre Doğu Çatalhöyük M. Ö. 6500-5500 yıllarına tarihlenmektedir. Bin yıl süresince yeryüzünün ilk parlak uygarlığı gelişmiş, eşsiz güzellikte sanat eserleri vermiştir. Doğu Çatalhöyük M. Ö. 5500’lerde terk edilmiş ve Batı Çatalhöyük’e geçilmiş bir daha da eski kentin üzerinde bir başka yerleşim kurulmamıştır. Bu büyük yer değiştirmenin nedenleri hakkında herhangi bir bulgu yoktur. Ancak bunun bir göç ya da genişleme olmayıp, yalnızca bir yer değiştirme olması akla belki de yeryüzünün ilk salgın hastalığının Çatalhöyük’te yaşanmış olabileceği ihtimalini getirmektedir. Belki de o günün inanışları çerçevesinde kentin tanrılarca lanetlendiği düşünülüp, bu söylencenin dilden dile dolaşması ile kimse bu mekana yeniden yerleşmeye cesaret edememiştir. Çatalhöyük sakinlerinin geçim kaynağı genellikle tarım ve hayvancılıktı. Avcılık da yaygındı. Balıkçılık da yapıldığına ilişkin belirtilen var olmasına karşın, bunun kent yaşamını önemli bir parçası olduğuna ilişkin bulgulara rastlanmamıştır. Buğday ve baklagiller yetiştiriciliğinin yanı sıra, ardıç ve şam fıstığından yağ elde ediliyordu. Temel içecekler arasında yer alan sütten tereyağı ve peynir yapıyorlardı. Yaygın çiçek tohumlarından, şarap yapıldığı anlaşılmaktadır. Biranın da bilindiğine kesin gözüyle bakılabilir. Ticaret doğal olarak mal değişimi esasına dayanmaktaydı. Yaygın olmamakla birlikte kentte yaşamını alış-veriş ile sağlayan bir kesimin varlığı da söz konusudur. Çatalhöyük’ün yakınlarında bulunan Karacadağ ve Hasan Dağı o dönemlerde de aktif olan yanardağlardı. Dolayısıyla kentin doğusunda oldukça geniş bir alanda bol miktarda obsidyen taşı bulunabiliyordu. Nitekim bu da Çatalhöyük’te silah ve alet yapımını gelişmesine ve çeşitlenmesine katkıda bulunmuştur. İşlemesindeki kolaylık nedeniyle çağının en çok aranan hammaddesi durumunda olan obsidyen taşının Çatalhöyüklülerin elinde bol miktarda bulunuşu kendilerini ticarette çevre uygarlıklara göre oldukça avantajlı bir konuma sokuyordu.
Çatalhöyük sakinleri, aynı zamanda uygarlık tarihinin en eski dokumacılarıydı. Kömürleşmiş kumaş kalıntılarından, bu dokumaların bitki lifleriyle eğrilmiş yün karışımından dokunduğu anlaşılmaktadır. Yerleşim biriminde binalar bitişik, fakat her evin kendi duvarları vardır. yani orta duvar kullanılmıştır. 1. 000 kadar evde yaklaşık 6. 000 civarında bir nüfusa ulaşıldığı tahmin edilmektedir. Çatalhöyük’ün mimarisi şaşılacak derecede kalıplaşmıştır. Konut ve tapınaklar, taş olmadığından, kerpiç temeller üzerine biçim verilmiş çamur tuğladan yapılmıştır. Dikdörtgen planlı konutların bir kenarına eklenmiş depoları yüksek bölümü olan saçakların altına pencereler açılmıştı. her konut, bir katlı ve kendi duvarlarının yüksekliğinde, güney duvarına dayanmış tahta bir merdivenler çatıdan girilen, bağımsız bir birimdi. Ocak ve fırından yükselen duman, düz çatıdaki bu açıklıktan veya kapatılmamış pencerelerden çıkıyordu. Yapıların bazılarında havalandırma bacası da vardı. Konutlar tepenin yamacındaki teraslara yapıldığından, iletişim, yükseklikleri farklı olan çatılarda sağlanırdı. Büyük bir olasılıkla bugün de Anadolu köylerinde olduğu gibi, köy yaşamının büyük bir bölümünün geçirdiği çatılar tahta merdivenlerle doluydu. Evler yaklaşık 20-30 m2 bir yüzölçümü içerisinde bir büyük iki küçük odadan oluşuyordu. Depolara ise küçük odalardan birinden geçilen küçük bir delikten ulaşılıyordu. Evlerde kapı yoktu, içleri ince bir sıvayla sıvandıktan sonra beyaz bir boyayla boyanıp üzerine siyah, kırmızı ve toprak renginde desenler çizildi. Duvar kalınlıkları genellikle 50-80 cm. arasındaydı. Odalarda oturmak ve üzerlerine düşükler sererek yatmak için kerpiçten yapılmış sedirler bulunuyordu. Bu sedirlerin içinde başları kesik, vücutları araziye bırakılıp etleri akbabalarca yenmiş, geriye kalan da güneşte kurumuş ölüleri gömülüyorlardı. Ölüler genellikle hoker pozisyonunda bulunmuştur. Gömülen şahıs erkekse silahların, kadınsa süs eşyalarıyla birlikte gömülüyordu. Böyle bir mezarda bulunmuş obsidyenden yapılmış bir ayna günümüzde Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir.
Tapınak resimlerinden bir tanesi çok ilginçtir. Tarihin en eski manzara resimlerinden birisi olup, bir yanardağı, belki de civardaki Hasan Dağı’nı patlama sırasında tasvir etmektedir. Aynı resimde yakın planda Çatalhöyük kentinin tasviri de yer almaktadır. En yüce değer olarak tanrı, daha Paleolitik Çağlar’dan itibaren, kadın şeklinde tasvir edilmiştir. Daha sonraları Kibele adını alacak olan ana tanrıçaya bu en yüksek mekanın verilmesi büyük ölçüde doğurganlığı, nedeniyle olsa gerektir. Çatalhöyük’te de ana tanrıça genellikle büyük kalçalı, büyük göğüslü (steatopijik) olarak tasvir edilmiştir. Pişmiş topraktan 5-15 cm. büyüklüğünde, iki leopar arasında veya doğum yaparken ya da sevişme anında çok miktarda ana tanrıça heykelciği bulunmuştur. Doğum bolluğun, bereketin ve gücün sembolü olarak ortaya çıkarılmaktadır. Neolitik Dönem’in ana tanrıçasını, Hitit Dönemi’nde Hepat, Frig Dönemi’nde Kiybele, Helenistik Dönem’de ise Artemis olarak değişik isimlerle fonksiyonlarla devam ettiğine tanık olmaktayız. Öyle ki Roma Dönemi’nde bazı imparatoriçeler koruyucu ana (mere protectirice/protector mather) titrimi taşıyordu.
Çatalhöyük’ün en önemli etkisi Yakındoğu’da değil, Avrupa’da duyulmuştur. Çünkü, tarım ve hayvancılığın başlangıcını ve uygarlığımızın temelini oluşturmak. Ana Tanrıça Kültü’nü bu yeni kıtaya tanıtan Anadolu’nun Neolitik kültürleridir.
Çatalhöyük Kültleri
Küçük tapınak olarak nitelenen kültsel yapıların sayısı 50 civarındadır. Kimileri de büyük ve özenlice yapılmış bu dinsel yapıların duvarlarında çok renkli resimlerle kabartmalara yer verilmiştir. Eski avcılık döneminde ortaya çıkan mağara resimlerinin devamı niteliğindeki bu yapıtları sıva üzerinde sarı, kırmızı, yeşil, beyaz ve siyah boyalarla yapılmıştır. Resimlerde geometrik desenli kilimleri andıran bezekler, el motifleri, dans eden avcılar, ellerini havaya kaldırmış insanlar, kafası kopuk insan cesetlerine saldıran akbabalar, portre özellikleri taşıyan insan yüzleri ve olasılıkla Lav püskürten Hasandağı volkanı önündeki Çatalhöyük kasabası gibi ilginç konularla karşılaşılır. Kat kat sürülen sıvının plastik bir şekilde biçimlendirilmesi ya da oyulması sonucu yapılmış kabartmalarda ise konuları, doğuran Ana Tanrıça, panter dağ keçisi ve leoparlar oluşturur.
Evler ve tapınaklarda bulunmuş figürler su mermeri, kireç taşı ve kildendirler. Boyları 0, 30 m. yi aşamayan bu yontucuklardan kimileri geçekçi, kimileri de şematik biçimde, tek ya da grup halinde biçimlendirilmişlerdir. Pişmiş topraktan bir figür grubunda, iki yanında leoparlar bulunan oturur durumda doğuran Ana Tanrıça; bir başkasında kucağında panter yavruları tutan bir başka Ana Tanrıça; bir taş kabartmada da kucaklaşan bir tanrı çifti gösterilmiştir. Burada bereketle ilgili görülen kadının doğurganlığı ön plandadır.
Ev ve tapınaklarda kerpiç şekillerin altında, çoğunluğu açık havada bırakılarak yumuşak kısımları çürütüldükten sonra toplanan ve bazen kırmızıya boyanan iskeletlerin taban altına bırakılması suretiyle; çok azı ise bir bez ya da hasıra sarılarak hoker durumda, sol yanına yatırılmış durumda gömülmüşlerdir. Erkek mezarlarına armağan olarak, çakmak taşı kamalar, ok, mızrak uçları, mermer topuz başları, doğal camdan bıçaklar, orak dilgileri, kazıyıcılar, kemik toka ve çengeller ile kilden damga mühürler; kadın mezarlarına ise boya paletleri, doğal camdan aynalar, kemik iğneler, yeşil taştan minik gerdançeler, pişmiş toprak, bakır ve çeşitli taşlarda boncuklar bırakılmıştır.
Çatalhöyük’ün özelliklerinden birisi çok sayıda tapınağın bulunmasıdır. Ill-X tabakları arasında 40’dan fazla kutsal mekan veya tapınak ortaya çıkarılmıştır. Duvarlar sıva üzerinde av-bereket büyüsü ile ilgili sahneler ve dinsel resimlerle süslenmiştir. Boğa ve geyik avı, akbabaların başsız insanların parçalanmasını konu alan resimlerin yanısıra, kabartma olarak yapılan duvar süslemeleri de vardır. Bunlar genellikle dini konuları içerirler: Boğa doğuran tanrıça, karşılıklı Leoparlar, boğa ve koç başları gibi. Geometrik bezemeler de çok kullanılmıştır.
Gerek taş ve gerekse pişmiş topraktan yapılmış tanrıça heykelcikleri, Anadolu din tarihinden egemen öge olan, tek tanrılı dinlerden önceki ana tanrıça kültünün, buradan kaynaklandığını ve bin yıllar boyunca önemini koruduğunu kanıtlar. Çatalhöyük’te tanrı heykelcikleri de vardır. Özellikle boğa üzerindeki tanrı heykelcikleri ile Hitit baş tanrısı arasında ilişkisi kurulmaktadır. Zaten burada çok yaygın olan boğa kültü, ana tanrıçanın bazı duvar kabartmalarında bir boğayı doğurur durumda gösterilmesi Çatalhöyük’ten bin yılları aşarak Hitit’e varan dini uzantıyı kanıtlamaktadır. Kutsal evlenme sahnesi olarak yorumlanan bir kabartma bu konuda ilk kültür belgesidir. Bir ölü başı görünümündeki küçük taş eser Çatalhöyük’te bütün kanıtlarıyla belgelenen, Çayönü’nde ise özel bir yapı ve buluntu topluluğu ile varolduğu düşünülebilen kafatası kültünün bir belgesi olabilir.
Çatalhöyük’te madenin kullanıldığı da belgelenmiştir. Kurşunla beraber bakır madeninin karbonatlı bir filizinden eritilerek yapılan süs eşyaları bulunmuştur.
Çatalhöyük ana tanrıça kültünün Hacılar’daki devamını gösteren heykelcilikler daha stilize bir üsluptadır. Bereket tılsımı olarak kullanıldıkları da belgelenmiştir
Çatalhöyük ve Hacılar’ın etkileri Anadolu’yu aşmış, batıya Yunanistan’a ve bütün Ege dünyasına da yayılmıştır. Girit’deki dini inanışlardan bazıları, hayvanların koruyucusu, ana tanrıça, boğa kültü vb. Anadolu ve özellikle Çatalhöyük kökenli olduğu öne sürülmektedir.
1961 yılında İngiliz arkeologlar Çatalhöyük denen tepeyle uğraşmaya başladılar. Bu höyüğü seçmelerinin nedeni, on beş metre yüksekliğinin tümünün, Yeni Taş Cağında (Neolitik) uzun süreli bir yerleşimler dizisini temsil ettiğini düşünmeleriydi: Bu düşünce doğru çıktı; amma yüksekliğin yanında tepenin kapladığı alanın ne anlama geldiğini iyice kavrayamamışlardı. Burası köy değildi, yaklaşık 140 dönümlük beldeydi. Beldede evler kesme kerpiçten yapılmış, arı kovanında olduğu gibi, göz göz birbirine yapışmıştı. Her birinde birkaç dikdörtgen oda bulunan evlere ancak tahta merdivenle düz damdan iniliyordu. Doğal olarak damdan dama geçiliyor, damlar beldede oturanların toplumsal yaşam alanları oluyordu. Evlerin birçok garip yanı vardı. Bunların kimilerinin kutsal tapınma yerleri olduğu görülmektedir. Gerçek hayvan başı ya da boynuzları ya da bunların yapay benzerleriyle özenle süslenmişlerdi. Duvarlara renkli resimler yapılmış, sıvandıktan sonra da tekrar tekrar boyanmıştı. Resimlerdeki desenler Eski Taş Çağının (Paleolitik) mağara resimlerine çok benziyordu. Bu resimler erken dönem insanın etkinlikleri, görünüşü ve giysisi, hatta dini konusunda doğal olarak çok önemli bilgi kaynağıdır; ancak sanatı, becerileri konusunda da elimizde çok kanıt vardır: Taştan yontulmuş ya da kilden küçük insan ve hayvan heykelcikleri; alet yapımında kimi zaman da nitelikli oyma süs eşyası yapımında kullanılan kemikler; aralarında cilalı taştan topuzların, okların ve geçmeli obsidyen başı olan mızraklarının bulunduğu silahlar, sepet ve hasırdan kalan izler bulunmuştur.
Çatalhöyük’te yapılan bu anıtsal kazının özellikle önemli olan yanı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Eski Taş Çağının (Paleolitik) mağara adamının toplayıcı ekonomiden yakın bir zamanda yerleşik düzene ve yarı tarım ekonomisine geçişi bu kazıyla gözler önüne serilmektedir. Burada insanlar evlerin duvarlarını mağaradaki atalarının yaptığı resimleri andıran çizimlerle süslemektedir. Bununla birlikte başka bakımlardan yaşam biçimleri hızla şaşırtıcı kültürel inceliğe erişmiştir. Erken gelişmiş olmaları, sonunda zamanından önce olgunluğa erişmelerinin nedeni olabilir. Çünkü tarih öncesine ilişkin bilgilerimize göre, bu kültürün devamı olmamış, Çatalhöyük’teki yerleşme terketildikten sonra Neolitik kültür geçici olarak gerilmiştir.
Çatalhöyük, tarih öncesi arkeolojisinin Anadolu’da gerçekleştirdiği başarıları örneklemek için seçmiş olduğumuz dört temsili buluşma sonuncusudur. Bu kazılardan çıkarılan sonuçlar, göze daha az çarpan başka kazılardan ve birçok değişik çevre araştırmasından elde edilen sonuçlarla, ayrıca sayısız arkeoloji yanında yapılan hararetli tartışmalarla, elbette ki, desteklenmiş, zenginleştirilmiştir. Gene de bilgi alanlarımız hale birbirinden çok uzak ve aralarındaki bağlar da gevşektir. Amma öyle zamanlar olur ki, bir duvar resminin kabaca çizilmiş taslağı içine seyrek aralıklarla yerleştirilmiş gibi görünen bu alanlar, kompozisyon şimdi yeni yeni belirmeye başlayınca, bitmiş resim parçaları gibi, umulmadık biçimde ortaya çıkar.